haberimeser.tr.gg
  EMRE NURAY
 

EMRE KÖŞE YAZARI

SEVGİLİM
Aradan yıllar geçti, tükenmedi aşkımız,
Dudaklardan düşmeyen terennümdü şarkımız,
Senin, benim ellerden olmalıydı farkımız,
Hiç düşünme sevgilim, şimdi acep nerdeyim,
Her an seni ilk görüp sevdiğim o yerdeyim.

O göz göze bakınıp beni sevdiğin yalan,
Şu kısacık ömürden hatıralardır kalan,
Sendin kalbime hüzün kordan alevi salan,
Hiç düşünme sevgilim, şimdi acep nerdeyim,
Her an seni ilk görüp sevdiğim o yerdeyim.

Bu güne mahsus değil, sen her zaman bendesin,
Kalbime taht kurmuşsun o müstesna yerdesin,
Bu yaştan sonra bana eller ne derse desin,
Hiç düşünme sevgilim, şimdi acep nerdeyim,
Her an seni ilk görüp sevdiğim o yerdeyim.
ŞİİR: METİN KOCA

         
[ADD Gebze] BÜYÜK FİRMALARIN İSİMLERİ VERGİ LİSTESİNDE YOK.NİÇİN

TAKİBİ - TEYİDİ İÇİN İLGİLİLERE DUYURULUR. H.V.V


Vergi rekortmenleri listesinin açıklanması üzerine

Sözcü Gazetesi saf saf soruyor:

"AKP'ye yakın işadamları neden listede yok?"

AKP kodamanlarının "Vergi kaçırıyor"  diye gaddarca üzerine gittikleri ..."Bay Bilmem kim"......, vergi şampiyonu.

Yani Türkiye'nin en çok vergi veren adamı bu bay bilmem kim....
Ama;
Ahmet Çalık, Fettah Tamince,
Akın İpek, Remzi Gür,
Cihan Kamer, Ethem Sancak,
Vahit Kiler, Ahmet Albayrak,
Unakıtan Ailesi, Topbaş
Aileleri listede yok.
En azından, Tayyip Bey'i otellerde ağırlayan milyar dolarlık işadamı Fettah Tamince ile milyar dolarlık Ahmet Çalık'ın ilk 100 içinde olması gerekmez miydi?

Sözcü Gazetesi galiba duymamış Bunlar vergi vermemek için Vergi
Kanunu'na özel madde eklediler.

 VERGİDE BAĞIŞ SİSTEMİ
AKP Hükümeti 2.1.2004 ve 31.12 2004 tarihlerinde Vergi Usul Kanunu'na 40/10 maddesini ekledi.

Bu maddeye göre, gelir veya kurumlar vergisi mükellefi isterse vergisini devlete vermez.

Ya nereye verir?

BÜNYESİNDE GIDA BANKACILIĞI BULUNAN DERNEKLERE verir.
İçişleri Bakanlığınca bünyelerinde GIDA BANKACILIĞI kurma izni verilen tarikat bağlantılı dernekler şunlar:

-Deniz Feneri Derneği
-Kimse Yok Mu  Derneği
-Kepez Deniz Yıldızı Sosyal yardımlaşma Derneği

 Bu dernekler,  örneğin 100 milyon lira vergi borcu olan şirkete gidip diyorlar ki:

Arkadaş, bizim derneğe 50 milyon bağış yap,
Biz de sana 100 milyon liralık kömür, erzak, temizlik maddesi gibi fatura verelim. Bu faturayı götür maliyeye ver, vergi borcunu kapatmış olursun. Yanına kalan 50 milyon senin karın olacak.
Bana verdiğin 50 milyon lira ile de malzeme alıp valiliklere, kaymakamlıklara vereceğim. Onlar da ihtiyaç sahiplerine dağıtacaklar. Bu da senin zekatın olacak.

Böylece bu kafir devlete vergi vermeyeceksin,
hem de sevap işleyip Cennete gideceksin.
Hem de AKP için hayır dua alınmasına vesile olacaksın.

İşte böyleyken böyle.
Ama, bir vergi mükellefi örneğin bir okul veya hastane yaptırırsa, yaptığı harcamanın sadece 5 milyon lirasını vergiden düşebiliyor.

Mehmetçik Vakfı'na, eğitim kurumlarına, Çocuk Esirgeme Kurumu'na, Kızılay'a yaptığı yardımın en fazla 5 milyon lirasını vergiden düşebiliyor. ama bu derneklere yardım yaparsa, yaptığı yardımın tamamını vergiden düşüyor.

İşte bu ülkenin rejimi, ödenmeyen vergi paraları ile böyle değiştirilmeye çalışılıyor.

Prof. Dr. Deniz Büyükkılıç
Gazi Üniversitesi
06830, Gölbaşı
ANKARA
"Dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir. A.E."
"Söylesem, tesiri yok; sussam gönül razı degil. Fuzuli" 
"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar. G.B."

 

BILINEN BIR GERCEK AMA TEKRARINDA YARAR VAR….

haber757@gmail.com adresine meyil atınız

MULLEN ''GEREKİRSE İRAN'A
ASKERİ MÜDAHALEDE BULUNABİLİRİZ..'' DEDİ

ABD Genelkurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen, ABD'nin İran'a karşı
bir saldırı planı bulunduğunu, ancak saldırının pek iyi bir fikir
olmadığını düşündüğünü söyledi.

NBC televizyonunun "Meet the Press" programında konuşan Mullen, askeri
bir müdahalenin ihtiyaç durumunda bir seçenek olarak masada durduğunu
ifade etti.

Bu aşamaya gelinmesi halinde ordunun elinde bir planın bulunduğunu
belirten Mullen, ayrıntı vermekten kaçındı.

Mullen, daha önceki açıklamalarında da, İran'a saldırının Ortadoğu'da
ciddi etkilerinin olacağını söylemişti.

İRAN'DAN YANIT: "SALDIRIYA YANITIMIZ SERT OLUR"

İran, ABD Genelkurmay Başkanı'nın "İran'a saldırıya ilişkin bir plana
sahibiz" şeklindeki ifadelerini yanıtlayarak, "yanıtımız sert olur"
uyarısında bulundu.

İrna ajansının haberine göre İran Devrim Muhafızları Komutan
Yardımcısı Yadollah Javani, "Amerikalıların küçük bir hatası, Basra
Körfezi'nin güvenliğini zora sokar" dedi.

Javani, "Basra Körfezi stratejik bir bölge. Bu bölgenin güvenliği
tehlikeye sokulursa, onlar da kaybeder, ayrıca yanıtımız da sert olur"
diye konuştu.

haber757@gmail.com

ERGENEKON'LA ALAY EDENLER NİYE SESSİZ

Ergenekon'u Balyoz'u küçümsediler.
Açılan her davaya bir kulp taktılar.
Bu davaları ciddiye alanlarla demokrat liberal aydın diye dalga
geçmeye kalktılar.
Şimdi apışıp kaldılar.
Derin devletleri tel tel dökülüyor çünkü.
Bir yandan PKK baskınlarının bilerek görmezden gelindiği ortaya
çıkıyor...
Diğer yandan Hatay-Dörtyol'daki baskın ve çatışmanın ardında ajan-
provakatörlerin...
Yaptıklarını gizlemeyi bile beceremiyorlar artık.
Bütün rezillikleri gözler önünde.
Gözlerini kendi seçtikleri, onayladıkları bir partiyi işbaşına
getirememenin öfkesi bürümüş.
Kanlı mı olacak, kansız mı olacak tartışmasını çoktan geride
bırakmışlar.
Daha fazla kan döktürüp insanları birbirine kırdırmayı amaçlıyorlar.
Belki böylece kendi ayarlarında birilerinin işbaşına gelme imkanı
doğar veya şu dinciler seçimi kaybeder diyorlar.
Ama onu bile ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar.
Her yerde parmak izleri var.
Artık millet hangi eylem kimin eseri biliyor.
Türk kanından bahsedenlerin, ortaya dökülen bunca bilgi karşısında
neden hala sessiz kaldığını çok iyi anlıyor.
Bunca yıldır Amerika'nın desteğiyle ayakta kalmışlar.
Kontr-gerilla için sadece para değil, akıl da almışlar belli ki.
Kendi akıllarına kalınca bütün süsleri döküldü, dımdızlak ortada
kaldılar.
Abdullah Öcalan'a çatışmaların şiddetlendirilmesi talimatını verdiren
de onlar, Kürt-Türk çatışması çıkarın talimatını da.
Heronların koordinatlarını değiştirten de, Heronların yakaladığı
militanları görmezden gelenler de onlar.
Hatay-Dörtyol'da polislere saldırtan da aynı kişiler, sonra halkı
birbirine düşürmeye uğraşanlar da.
Adları bazen Faik, bazen Ali oluyor ama halk düşmanlıkları hiç
değişmiyor.
Tezgah kurmakla yol alacaklarını sanan insanlık düşmanları bunlar.
Ama artık köşeye sıkıştılar.
Çünkü maskeleri düştü.
Terör sürsün, insanlar birbirini boğazlasın istediler, başaramadılar.
Çorum'da, Kahramanmaraş'ta başardıkları işleri bu kez beceremediler.
Çünkü akıl hocaları devreden çıktı.
Artık kendi başlarınalar ve sokma akılla hareket eden karanlık eller
ancak bu kadarını becerebiliyor.
Bunlar Gladio'nun bile yüzkarası çıktı.
Abileri, amcaları bu hallerini gördükçe onlarla utanç duyuyordur.
Tükeniyorlar.
Yakında yakamızdan tamamen düşecekler.
İlk ders 12 Eylül'de, sonraki de ilk seçimde.
Bunları sandıkta döve döve tasfiye edeceğiz, sonra da yargı önünde
günahlarının eserini soracağız.

SEN YANMAZSAN, BEN YANMAZSAM...

Bilmiyorum neden,
Durup dururken,
Dalıyorum,
Gidiyorum birden.

Alamıyorum kendimi ben,
Bu derin düşüncelerden.
Ne yapsam, ne etsem,
Çıkamıyorum işin içinden.

Bu hastalık bende eskiden.
Az azar işitmedim bizimkilerden.
<<Sana ne, söyle sana ne,
Elalemin pamuğundan, tütününden?>>

Vazgeçemem asla sizlerden,
İşçimden, çiftçimden.
Onlar aç kalırsa,
Hayır olmaz bizim de işimizden!

haber757@gmail.com

Kıymetli Kardeşlerim
Milli Görüş camiasının alışık olmadığı bir kongre süreci geçirdik. Sizlerin de malumudur ki hep aynı şartlarda imtihan olunmuyor. Şartlar değişiyor, anlayışlar değişiyor, insanların o şartlarda hangi davranışları gösterecekleri imtihan konusu oluyor. Bu gibi ani problemlerin ve olayların ortaya çıktığı halleri inancımız fitne ortamı olarak değerlendiriyor. Fitne nedir? Fitne zamanı ne yapmak gerekir? Fitneyi en az hasarla nasıl atlatabiliriz? Dinimiz bu konuda çok önemli ilkeler ortaya koymaktadır.

Fitne Nedir?

Kelime manası itibariyle, halis olanı yaramaz olandan ayırmak için altın ve gümüşü ateş potasında eritmek manasına gelir. Bir başka anlamı ise sınamak, imtihan ve ibtila etmek; mihnet ve belaya sokmaktır. Bir başka anlamı da; görüş ayrılığı yüzünden veya menfaat çekişmesi gibi başka sebeplerden ötürü fertler ve cemaat arasında çıkan ayrılığa, kin ve husumete, iç kavgaya, birliğin bozulması gibi hadiselere verilen isimdir. Daha başka birçok anlamlara da gelmektedir.

Enfal suresinin 25. Ayeti Kerimesi’nde “ Ey müminler! Öyle bir fitneden sakınınız ki, o, hiç de sizden yalnız günahkârlara dokunmakla kalmaz (günahsızlara da sirayet eder, herkesi perişan eder) buyrulmaktadır.

Bir Hadisi Şerifte de “ Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah lanet etsin.” Buyrulmaktadır.

Bugün içine düştüğümüz bu fitnelerin ve karmaşanın sebepleri nelerdir? Şüphesiz bu soruya her grup insan kendi anlayışına göre cevap verecek. Kimi gençlerdir diyecek, kimi yaşlılardır diyecek, kimi iktisadidir diyecek, kimi insanlar çeşitli sebepler ileriye süreceklerdir.Fakat asıl sebep ne olabilir?

İnancımız ne diyor? İnancımız, bu karmaşanın sebebini net olarak İslam’dan uzaklaşmak olarak tanımlıyor. Demek ki bir topluluk içerisinde Allah’a ve Resulune mutlak itaat etmeyen , Kitabullahın ve Sünneti Resulullahın, ahkamını en öne alıp tatbik gayretinde olmayan kimselerin başı dert ve beladan fitne ve felaketlerden hiçbir zaman hali olmayacağı açıktır. Birlik ve beraberliğin bozulması büyük bir musibet olarak o topluluğun üzerine böylece inmiş olmaktadır.

O halde çözüm nedir?

Yüce Mevlamız şöyle buyuruyor: “ Allaha ve Resulune itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınızda kuvvetiniz elden gider. Bir de sabredin çünkü Allah sabredenlerle beraberdir (Enfal: 46).
Bu fitneler Ayeti Kerimede de belirtildiği gibi onun hükümlerine aykırı davranmaktan meydana gelmektedir. Konumuzla ilgili Yüce Mevlamız bir başka Ayeti Kerimede şu açık hükmü beyan etmektedir.

“Ey iman edenler, Allah, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz Allaha ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allaha ve Resulune götürün” buyrulmaktadır.

Böylece çözüm önümüzdedir. Davamızın Lideri Erbakan Hocamızdır. O Allah’ın emrine uyduğu ve onu bizden istediği sürece, biz de ona severek ve inanarak itaat ederiz. Bir Hadisi Şerifte şöyle buyrulmaktadır. “ Kim bana itaat ederse Allaha itaat etmiştir. Kim bana karşı gelirse Allaha karşı gelmiştir. Kim Emire itaat ederse bana itaat etmiştir. Kim Emirime karşı gelmişse bana karşı gelmiştir” (Müslim – Kitabul İmara) buyrulmaktadır. Bu Temel ilkeleri sarsacak her davranışın fitneye sebebiyet verdiği ortadadır. Anlaşmazlık olursa ne olacaktır? Kuranı Kerim bunu belirtmektedir. Son kararı mesuliyetini de üzerine alarak emir verecektir. Çözüm budur. Bunun dışında her yol anarşi ve kaostur. Tarih bunun şahididir.

Yazımızın başında fitne zamanı ne yapmak gerekir diye sormuştuk. Cevabı şudur. Öncelikle hislerle hareket etmeyip. Çekişmeyi,tartışmayı ve birbirine hakareti bırakıp usül ve esaslara uyarak bu fitnelerden çıkmak gerekmektedir. Hislere ve indi görüşlere uymamak için Hz. Peygamber(S.A.V.) fitne anında “Oturan ayakta durandan, ayakta duranda yürüyenden, yürüyende koşandan hayırlıdır” (Taç 5/302) buyurmaktadır. Peki, fitneden çıkmak için gerekli olan usul ve esaslar nelerdir:

a) Nefsanî arzulardan vazgeçmek,(Hırs,haset,makam,şöhret vs.)

b) Mağrufu emredip, münkeri kaldırmak,(Usul ve esaslara uymak)

c) Emirin emrine uymak,

Bu konuda Hz. Huzeyfe’den rivayet edilen şu Hadisi Şerif çok önemlidir. “ Herkes Resulullah (s.a.v) geleceğe ait hayırlı işlerden sorarlardı. Ben ise aksine bana erişmesinden korktuğum için, İslam ümmetine gelecek şer’lerden (fitnelerden) sorardım.

Dedim ki: Ya Resulullah, biz vaktiyle cahiliyet devrinde şirk ve küfr içindeydik. Sonra Allah Peygamberini şu İman ve İslam hayrıyla bize gönderdi. Bu hayır ve saadetten sonra, gelecek şer ve fitne var mıdır?
Resulullah: Evet vardır.

Ben: O şer ve fitneden sonra bir hayır ve salah var mıdır? Dedim.

Resulullah: Evet vardır. Fakat o dönemin içinde bulanıklık ve şerru fesat olacaktır.

Ben ise onun bulanıklığı ve kiri nedir? Dedim.

Resulullah: O dönemde bir kısım insanlar benim sünnetimi ve benim açtığım yolu terk edecekler.

Ben ise bu bulanık devirden sonra yeni bir kötü dönem gelecek mi ? diye sordum.

Resulullah: Evet, buyurdu. O dönemde cehennemin kapısında davetçiler olacak sürekli (her türlü iletişim araçlarıyla) oraya davet edecekler. Kim onların davetine (fitnesine) icabet ederse onu oraya atıverecekler, buyurdu.
Ben ise bunlar kimdir? Bize tanıtır, vasıflarını belirtir misin? Dedim.

Resulullah: Onlar bizim topluluğumuzdan insanlardır. Bizim dilimizi konuşurlar, buyurdu.

Ben ise Ya Resulallah o döneme erişirsem ne yapmamı emredersin?

Resulullah: Müslümanların cemaatine ve onların emirine bağlan (itaat eyle) buyurdu.

Ben ise Eğer onların cemaati ve emiri de yoksa ne yapayım? Dedim.

Resulullah: O zaman bütün fırkalardan ayrıl. Bir ağacın kökünü ısır, ölüm seni o hal üzere bulsun, buyurdu.

Muhterem Kardeşlerim,bu Hadisi Şerif İmam Müslim de ve birçok hadis kitaplarında farklı rivayetlerle bize tekraren bildirilmiştir. Burada her şey açıktır. Eğer biz İslam için kurulmuş bir organizasyon isek ve emirimiz de başımızda ise; bu büyük bir nimettir. Bunu bilerek hareket etmemiz fitnelerden kurtuluş için tek çıkar yolumuz olacaktır. Allaha Emanet Olun!
haber757@gmail.com

PARA,NUFUZ VE GÜCÜN,ZULME ALET EDİLDİĞİNDE

Yıllarca süren , aşağılık rantiye TOPLUMU EZDİĞİNDE,
Bürokrasi-nufuz ve gücün,zulme alet edildiğinde, 
Cahil ,egoist,,inançsızların, yönetici olduğunda,
Gerçek bilim ve ahlak sahipleri, silindiğinde,
 
Para,mal ve hizmetin, azınlıklara akıtıldığında,
Mert,onurlu,asil,dürüst insanların ezildiğinde,
Halk .,inim inim, inlediğinde,
Lüks yaşam arzusu ve israf çoğaldığında,
Çevre ve ahlak kirlendiğinde,
İnsanlar,kaçacak yer aradığında,
Çoğulcu cehalet , kullanıldığında,
Adalet,ahlak,din ve iffet,dibe vurduğunda ,
 
Küfürbaz,kaba, obur,beyinsizler çoğaldığında,
Korkak ve nefsine tapınanlar, sustuğunda,
Kahraman,cesur,hak yolcularının,kanı aktığımda,
Toplumlar fevaran ettiğinde,
Kan,zulüm,işkence, gözyaşı çoğaldığında,
Yokmudur..??, kurtarıcı dendiğinde,
Bilim ve din adına, yaratılışa isyan edildiğinde,
Doğa-çevre ve ahlak katledildiğinde ,
Zararlı bilimlerin çoğalıp,faydalıların azaldığında,
Gerçek bilim ve ahlak sahipleri yok olduğunda,
Hayvan,bitki ve mahsul azaldığında,
Yerküre, hava,su, tabiat  feveran ettiğinde,
Dünya afet ve belaları ,umursamadığında,
 
DİKKAT..!!!!,DİKKAT..!!!
 
 
1. VAZİFEN KUR'AN'A ,SARILMAK VE ONU YAŞAMAK..!!!(İMAN ETMEK)
=======================================================
2. VAZİFEN, ALLAH'TAN BAŞKA KİMSEDEN KORKMAMAK.!!!(SAVAŞMAK)
========================================================
3. VAZİFEN..YANLIZ ALLAH'DAN  YARDIM DİLEMEK..!!!(DUA ETMEK)
========================================================
 
'''MUHTAÇ OLDUĞUN GÜÇ, DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR,,
 
EN YÜKSEK SAYGI  VE SEVİLERİMİZLE..
 
 

Ey Müslümanlar

Kriptolar, G.Y.'ler Türkiyeyi babalarının çiftliği gibi sahiplenenler mallarını, baba çiftliklerini, atalarından kendilerine miras kalmış olan bu ülkeyi, bunca gücü, bunca serveti, bunca saltanat ve imkanı ellerinden kaçırmak istemezler.
Direneceklerdir... Kesinlikle tâviz vermeyeceklerdir.
Gerekirse:
1. Türkiye'yi parçalayacaklar, parçalatacaklardır.
2. Korkunç bir iç savaşı bile göze alacaklardır.
3. Çiftlik ve mal ellerinden gidecekse o halde batsın diyeceklerdir.
Onların gözleri karadır, son derece cesurdurlar.
Tarihî ârızanın giderilmesi, tarihî devamlılığa geçilmesi taraftarı olan çoğunluk bu işin kolayca, tereyağından kıl çeker gibi olacağını sanıyorsa aldanıyor.
Onlar "devlet biziz, devlet bizimdir" diyor.
Onlar "ata çiftliğimizi elimizden almak isteyenin dünyasını dar ederiz" diyor.
Halka dayanan gerçek cumhuriyete,
Vesâyetsiz gerçek demokrasiye,
Tam ve gerçek düşünce, inanç, din hürriyetine,
Millî kimlik ve kültüre dayalı temel kurumlara,
Millî ve âdil hukuka... geçişin bir faturası vardır.
Haklılar haksızlardan daha gözü kara ve cesur olacak.
Daha sabırlı ve azimli olacak.
Daha kültürlü olacak.
Daha yılmaz olacak.
İradesi daha güçlü olacak...
Ki bu ülkenin semalarında hürriyet, adalet, güvenlik güneşi doğsun.
Uyanık, şuurlu, namuslu, vasıflı Müslümanlara hitap ediyorum:
1. Size bugünkü şartlar içinde eğlenmek, tatil yapmak, yan gelip yatmak haramdır. Esaretten kurtul, hür Müslüman ol, ondan sonra belki tatil yapıp dinlenebilirsin.
2. Çocuklarımızın ve gençlerimizin istidatlı ve ehliyetli olanlarını gece gündüz demeden eğitmeli, iyi yetiştirmeliyiz.
3. Çocuğum yetişsin, ileride bol para kazansın, lüks ve konforlu bir hayat sürsün diyen hâindir. Peki ne diyecek: Çocuğum iyi yetişsin, güçlü ve vasıflı bir vatandaş olsun, iyi bir Müslüman olsun ve dinimize, vatanımıza, halkımıza, devletimize hizmet etsin. Amaç budur.
4. Bozuk düzenin ve yamuk sistemin kirli rantlarını yiyenler, haram nimetlerine köpek gibi tâlip olanlar hain kere haindir. Müslüman haram yemez, Müslüman haram rantlara talip olmaz. Böyleleri Müslüman değil kızıl münafıktır, merduttur, mel'undur.
5. Müslümanların nasıl kurtulacağı Kur'anda, Sünnette, Şeriatta açıkça belirtilmiştir. İslam ulema ve fukahası bunları anlatan çok güzel kitaplar yazmıştır. Bütün halk bu kitaplardaki bilgileri öğrenmeli anlamalı ve hayata tatbik etmelidir.
6. Müslümanların birliğini, ittifakını, vifakını bozan, Ehl-i Tevhid'i tek bir Ümmet olma şuurundan mahrum bırakanlar haindir ve merduttur.
7. Din ve mukaddesat sömürücüleri, âşikâre kafirlerden bin kat daha zararlıdır.
8. Müslümanlar Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, Selef-i Sâlihîn ve her asırda yaşamış örnek ulema, fukaha ve mücahidler gibi çalışmaya, onları taklide mecburdur. Fasıkları, bid'atçileri, reformcuları, kendilerinde nifak alametleri olanları taklit edenler kesinlikle kurtulamaz. Yol Ömer İbn Abdilazizlerin, Selahaddini Eyyubîlerin, Şeyh Şâmillerin ve benzeri sâlih ve âdil idarecilerin yoludur.
9. Ümmet şuuru olmazsa, hizip ve fırka asabiyeti büyük zarar verir.
10. Hulefa-i Râşidin devrinden sonra Kur'ana, Sünnete, Şeriat-ı Gara-i Ahmediyyeye en fazla yaklaşmış İslamî sistem Osmanlı sistemidir.
11. Beş vakit namaz dinin direğidir. Bu direği ayakta tutan bir Müslüman toplum dinini ayakta tutmuş olur, namazı terk eden dinini yıkmış olur. Namazsız necat ve i'tilâ olmaz.
12. İslam ahlak ve fazilet dinidir. İslamın ahlak kurallarına uymayan bir toplum zâhiren dindar gibi görünse de kesinlikle dindar değildir: Müslüman yalan söylemez, Müslüman emanete hıyanet etmez, verdiği sözü tutar, haram yemez, paraya ve mala tapmaz, gıybet ve haset etmez, komşularına karşı melek gibi olur, Müslüman asla fitne ve fesat çıkartmaz, Müslüman âdildir, insaflıdır. Müslüman din kardeşlerini sever ve korur, Müslümanda paylaşma ahlakı vardır... Müslüman israf etmez, lüks hayat sürmez, Nemrudluk ve Firavunluk taslamaz... Komşusu açken kendisi tok olarak sabahlamaz... Müslüman Allah'ın yeryüzünde şâhididir... Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimizin askeridir... Müslüman nefs-i emmaresi ile büyük cihad yapar... İnsanlar, Müslümanın elinden ve dilinden güvende olur...
Sevgili din kardeşlerime âcizâne bir hususu söylemek istiyorum:
Bugünkü dindarlığımız, bugünkü ahlakımız bizi kurtarmaya yetişmez.
Daha bilgili, daha irfanlı, daha kültürlü,
Daha ahlaklı, daha faziletli,
Daha hikmetli,
Daha cesur ve gözü kara,
Daha mücahid,
Daha âdil,
Daha vasıflı,
Daha güçlü, daha üstün Müslümanlar olmalıyız.
Peki nasıl böyle Müslümanlar olacağız?
Cevap:
Bunları anlatan çok kitap var. Birini zikr edeyim: İmamı Gazalî hazretlerinin İhyau Ulumi'd-Din'i... Bunu (1) alırız, (2) ders kitabı gibi okuruz, (3) İçindeki faydalı bilgileri iyice ve sağlam şekilde öğreniriz, (4) Bu bilgileri hayatımıza uygularız...
Bazı farzlar vardır ki Ümmet onları terk ederse azaba uğrar. Onlardan biri emr bi'l-mâruf ve nehy 'ani'l-münkerdir. Hadîs meali: "Beni İsrailden bir kavmin yaşadığı şehrin üzerine azap indirildi, halbuki o şehirde peygamberler gibi ibadet eden 18 bin kişi vardı..." Ashab sordular: Bu kadar âbid varken o şehre nasıl azab iniyor? Efendimiz buyurdular: "Çünkü onlar Allah'ın gazap ettiği münker/kötü işler yapıldığında hışım etmezlerdi..."
İstikamet (doğruluk ve dürüstlük) de İslamın büyük ve temel farzlarındandır. İstikameti terk eden Müslüman bir toplum iflah olmaz, necat bulmaz. Bu düzen bozuktur, böyle bozuk bir düzende yamukluk yapmak ve haram yemek caizdir diyen kafir olur.
Zekat, İslamın beş temel şartından (farzından, kurumundan) biridir. Zekatı doğru dürüst vermeyen ve doğru dürüst sarf etmeyen Müslüman bir toplum Allaha ve Resulüne isyan etmiş olur.
Evet ya adam gibi doğru dürüst Müslümanlar oluruz, yahut Kriptoların maskarası ve esiri olarak sürünürüz

haber757@gmail.com

......... Açıklamalarındaki İlginç Zamanlamalar
 
Baba Bush zamanında Irak ilk işgal edildiğinde günlerce hiç ses vermedi. Binlerce insan hem de tam sabah ezanı vaktinde bombalanmaya başlamıştı. Pazaryerleri bombalanıyor, sığınaklarda binlerce asker katlediliyor, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, siviller ölüyor ve bütün bunları yapan emperyalistlere karşı Fetullah Bey'de tık yok... İyice Köşeye sıkışan Saddam İsrail'e bir kaç Scud füzesi yollayınca hemen arkasından sel sümük "Tel aviv'e füzeler atıldıkça gözümün önünde çocuklar tülleniyor."  diyor. Ve İslami kesimden bir kısım insanlar Amerikanın Irak’ı işgalinin haklı sebepleri de olduğunu büsbütün haksız da sayılamayacağını söylemeye başlıyor.
Ardından 28 Şubat süreci geliyor. Bu süreçte post modern darbenin mağduru olan Müslüman cenahı “Ellerine yüzlerine bulaştırdılar, beceremediler…” vs. gibi sözlerle suçlu ilan ediyor ve darbecilerin yaptığının bir ictihad olduğunu savunarak onlara büyük övgüler, methiyeler diziyor, darbecilerin safında görüntü veriyor.
Bu malum sürecin en ünlü zulmü olan tesettür yasağına karşı tüm Müslümanlarda topyekûn bir direniş ve mücadele fikri oluşmuşken bir de bakıyorsunuz “Başörtüsü furuattır. İlim mi, Başörtüsü mü? ikisi arasında bir tercih yapmak durumunda kalınırsa ben ilmi tercih ederim.” Açıklaması geliyor ve sadece kendi cemaatindeki taviz vermeme azmini değil her cenahtaki mücadele şevkini kırıyor ve artık açılan açılana... Artı, birde Cemaate bağlı dershanelerde de bu yasağı uygulayarak sivil kurumları da kamusal alan grubuna ilk katanların başını çekiyor.
İşine gelince; “Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase” diyor.  “Cebrail gelse parti kursa yine de ona oy vermezdim.” Diyor ama işine gelince de icazetini ABD’den almış tüm partilerle ve liderlerle içli dışlı, hahamlarla, papazlarla kol kola oluyor da, Müslüman’ca ve emperyalizmin karşısında yepyeni bir dünya kurmak için tam bağımsız bir siyaset yürüten Müslüman’a gelince “Ona gönül kapılarım kapalı” diyebiliyor.
Ve en son bombasını da patlatıverdi Fetullah Bey! Tüm dünya Müslümanları Siyonistlere karşı tam bir nefret ve hınçla dolmuşken, neymiş efendim… “Otoriteye baş kaldırmamak lazım”mış. Kendisine bağlı yardım kuruluşu da Gazze’ye yardım etmek istemiş bu bey, “muhakkak izin alın.” dediği için bu yardım yapılamamış. Mazluma yardım etmek için zalimden izin almak hangi kitapta, hangi şeriatta var beyefendiii… Meşru bir otorite kurmamış, ya da gayri meşru otoriteye başkaldırmamış Kuran-ı Kerim’de İsmi zikredilen zikredilmeyen hangi peygamber var?
Amerika menşeli “Ilımlı İslam” projelerinin üretildiği yani, Emperyalizmin dükkânının yanına dükkân açıp onunla rekabet etmeyecek, o hangi kurallar koymuşsa oyunun kuralı bu diye ona teslim olmuş, o ne takdim ederse onunla yetinen ve razı olan Müslüman’ın ideal Müslüman tipi olarak lanse edildiği günümüzde tüm bu olan bitenler ister istemez Pensilvanya’lı hayatta, Müslümanlar içerisinde direnç kırıcı bir rol üstlenilip üstlenilmediği şüphesini akıllara getiriveriyor.

haber757@gmail.com

Amerikan İradesine Teslim Olanlar…

Terörle mücadele için irademiz yok.
Tek eksiğimiz budur.
Neden irademiz yok?
Siyasi iktidar, bizim irademiz yerine Amerikan iradesini beynimizin içine zerk etmeye çalıştı.
Siyasi iktidarın kendisinin iradesi yoktu. Halkı da iradesiz konuma çekmek için yandaş medyayı ve diğer medyayı tepe tepe kullandı. Halkın kafasını karıştırmaya çalıştı.
Terör’ün iradesi ile Amerikan iradesi arasında bir fark yok. Amerika’da Türkiye’yi bölmek istiyor. PKK da Türkiye’yi bölmek istiyor.
Amerikan iradesinin hâkim kılınması için Ergenekon Tertibi yürütüldü. Terör ile mücadele edenler içeri tıkıldı. Ordunun morali bozuldu. Subaylar geleceklerinden emin olamaz hale geldiler.
Televizyonda konuşanları kahrolarak izliyorum. CIA bozuntuları TV ekranlarında hala, yok şöyle yapılsaydı, yok böyle yapılsaydı diye iki yüzlülükle ahkâm kesiyorlar. İrade nerede? İrade, irade irade…
Sizler Amerikanvari tavırlarınız, Amerikan şifreli tavsiyelerinizle iradeyi yok ettiniz.
Terörle mücadele edenler ile mücadele ettiniz.
Şimdi millet yeniden iradesini kullanabilmenin yollarını arayacaktır. Ama o iradede siz hiç olmayacaksınız.
Hala demokratikleşmeden dem vuranlar Amerikan stratejilerinin peşindedirler. Demokrasi söylemi ile iradenin kırılmasını iyice yok olmasını sağlamaya çalışıyorlar.
Onların demokrasisi onların olsun, ölen canlarımız ölmesin.
Demokrasi olacak diye, bu kadar cana kıyılacaksa öyle demokrasi olmaz olsun.
Bizi bölmek isteyen güç ile beraber olup terörle mücadele ediyoruz diyerek halkı artık kandıramazsınız.
Bundan sonra Amerikancılar değil halk karar verecektir.

haber757@gmail.com

Amerikan İradesi mi Önemli, Anayasa mı Önemli?

Dış güçler, Türkiye’yi iyice çözmek ve federasyona dönüştürmek için mevcut Anayasa’nın değiştirilmesini istiyor.
Amerikan iradesinin sorunsuz bir şekilde hükmedebilmesi, Anayasa’nın değiştirilmesi ile mümkün olabilecektir.
Meclisten çıkan Anayasa değişiklikleri, mevcut Anayasa ile çeliştiği için Anayasa Mahkemesi’nce ret edileceği şimdiden bellidir.
Amerikan iradesinin Türkiye temsilcileri, Anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi’nden geçmese bile bu kararın “yok hükmünde sayılmasını” Türk kamuoyuna benimsetmeye çalışıyorlar.
Gül’ün destek verdiği ve Osman Can’ın cansiperane militanlığını yaptığı mücadele budur.
Anayasa’nın ne olduğu ya da ne olmadığı konusunda lafazanlık yapacak değilim. Eğer Anayasa toplumsal uzlaşma metni ise, Anayasa’yı yok saymak, tüm toplumsal uzlaşmaları yok saymak anlamına gelir.
Uzlaşmanın olmadığı bir yerde, bir düzen, bir nizam olmaz. Taraflar haklarını güç kullanarak almaya kalkarlar. Bir başka ifade ile bu uzlaşma(Anayasa) yoksa bir devlet yok demektir.
Anayasa Mahkemesinin kararını yok hükmünde saymak, devleti tanımıyorum demektir.
Türk Devleti yoksa ve ortada bir irade varsa, bu irade kimin iradesi olur?
Yürüyen sürecin, Anayasa ve anayasal kurumları yok sayma süreci olduğunu biliyorduk. Hem bu devletin içinde oturacaksın, hem de onu yok sayacaksın. Bu ancak Amerika’ya güvenerek yürütülen bir süreç olur.
Resmi Gazete Anayasa Mahkemesi kararını ilan etmesin miş, yok hükmünde sayılsın mış gibi tartışmalar yapılıyor.
Ergenekon Tertibinde yürütülen kanunsuz ve hukuksuz sürecin başka bir aşamasına doğru ilerlediğimizi görmek bana dehşet veriyor.
Amerikan iradesinin her şey olmadığı bir sürece girerken, yeniden Amerikan iradesini hâkim kılacak davranışlardan AKP’nin uzak durması gerekir.
Amerikan iradesi ile Türk halkının iradesi arasında bocalayan eşbaşkanın, kanunsuzluktan başka çıkış yolu yoktur. Yeni bir kanunsuzluğun zeminleri hazırlanmaktadır.
Dikkat!
haber757@gmail.com

SİZ HANGİ UYUŞTURUCUYU KULLANIYORSUNUZ ?
 
Türk Milleti ve Türkiyemiz ucu karanlık bir tünele girmiş durumda. Bunun sebebi ; ne halde olduğumuzu ve nereden kaynaklandığını bilmediğimiz akli ve ruhi bir sarhoşluk içinde oluşumuz.Bu kanıyı olumsuz ekonomik göstergeler itibariyle ifade etmediğimi de özellikle belirtmeliyim.
Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce çekildiğimiz ve yanlış politikalarla hükümranlık haklarımızdan vazgeçtiğimiz coğrafyada yaşayan Türklük bakiyesi perişan bir halde olup bununla beraber ülkemiz yönetim olarak Türk Milletinin kontrolünden çıkmış ve Türk olmayanların ve Türk olsa bile kendini Türk olarak görmeyenlerin eline geçmiştir.
Bunları yazdıkça milliyetçi, ırkçı, şovenist vs. olduğumu söylüyorlar.Ben sadece Türk Milletinin bir evladı olduğum için bu tehlikelere işaret ediyorum.İstiyorlar ki; hiçbir Türk sesini çıkarmasın ve kaderine razı olsun.Bu oyunu deşifre ettiğimiz için birileri bizi oyunu bozan anlamında “virüs” olarak ilan etmiş durumda.Yok öyle yağma…Hiçbir şeyden korkmadan Türk Milletini uyandırmaya devam edeceğiz.
Herkes biliyor ki;Türkiye’yi pkk bölemez ve pkk’nin böyle bir gücü de yoktur.Buna karşılık Türkiye’nin millet yapısının 36 etnik parçadan ibaret olduğu iddiası en büyük bölücülüktür ve pkk’nın yapamadığını yapmaktır.Bu sebeple Türk Milletinin 36 etnik parçadan oluştuğu ve Türklerin bu 36 etnik parçadan sadece biri olduğunu iddia etmek; içinde bulunduğumuz ve çözüm üretmekte zorlandığımız durumun başlıca sebebidir.Bu iddianın sahipleri Türk Milletine karşı tarih önünde hesap verecektir.
Köşe başlarını tutmuş olan ihanet şebekeleri ve işbirlikçiler bu durum karşısında sevinçle el ovuşturuyor.İnşallah bu sevinçleri kursaklarında kalacak…
Niçin bunları yazıyorsun diyenlere son günlerde meydana gelen olayları ve bunların Türk halkı üzerinde yarattığı sarhoşluğu bir kez de bir Türk olarak cevaplamak istiyorum diye belirtmeliyim.Çünkü herkes meselelere kendi penceresinden bakıyor ve bırakın da bir Türk’te kendi penceresinden baksın.
Mavi Marmara gemisinin Türkiye’den hareketi,bildiğimize göre dokuz bilmediğimize göre on dokuz kişinin hayatını kaybedişi,yüzlerce yaralı,dünyanın ve ABD’nin İsrail’in yanında yer alışı,hükümetimizin ve RTE’nin her zaman olduğu gibi sorumlu sorumsuzluk moduna geçişi,müslüman Mısır’ın Gazze’ye yardım yolunu bir türlü açmaması,Türkiye’nin iki ayda bölücü teröre 38 şehit verişi ve hükümet ile tüm sorumluların bu konudaki aczi…İsterseniz saymaya devam ederiz ama bu kadar yeter sanırım.
Yaşananlar sebebiyle ülkemizde binlerce Filistin bayrağının stokta hazır tutulduğunu ve kendisini Filistinli hisseden binlerce insanın bulunduğunu bu vesile ile öğrenmiş olduk.Bu insanların bu olay karşısında duruşlarını ve tepkilerini hiçbir şehit cenazesinde gördüğümü  hatırlamıyorum.Yine Telafer bombalanırken,Kerkük-Erbil ve Musul Türkmenlerden temizlenirken bu Filistin bayraklarını sallayanlar ortada yoktu.Hocalı katliamı için bu Filistinciler sokağa dökülmemişlerdi.Ölen müslüman Türk olunca arada bul bunları.Oysa biz hiçbir Müslüman ve de yaradılmış insan yada canlı mahlukat için farklılık gözetmeyen bir milletiz ve adımız da “TÜRK”tür.Bu Filistinciler; vatansız ve milliyetsiz Müslümanlık anlayışının ortaya çıkardığı bir topluluktur ve bu anlayış Türk Milletinin varlığı için bir tehlikedir.
Türk Milleti uzunca bir zamandır kendisine karşı yürütülen politikaların ekonomi odaklı olduğunu düşünmektedir.Oysa ki;ekonomik saldırı tamamlanmış sıra sosyolojik yapıyı parçalayacak olan psikolojik saldırılara gelmiştir.
Bütün oyun “Türk”lük üzerinde sürmektedir.Yıllardır sağ ve sol ideolojilerde Türklük aleyhine sürdürülen fikri  çalışmalar meyve vermeye  ve neredeyse yüzde yüz homojen bir toplum olan Türk Milleti birbirine yabancılaşmaya,ötekileşmeye ve birbirini sorgular hale gelmeye başlamıştır.Bunda Türk Milletinin her sahada fakir bırakılmasının ve gerçeklerin perdelenmesinin önemli bir rolü vardır.
Şunu çok net olarak söyleyebiliriz ki;Türk Milleti,Türk olmayanlarca ve Türk olsa da bu duyguyu kaybetmiş olanlarca yönetilmektedir.Aynen Osmanlının son dönemlerinde olduğu gibi.Böyle olunca başımıza gelenleri pek fazla yadırgamamak gerekir.
Bazılarınca CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturmakla Atatürk’ün koltuğuna oturmuş olarak kabul edilen Kemal Kılıçdaroğlu;kendisine milli kimlikle ilgili sorulan sorulara kürt ya da Türk  veya annesinin ermeni olup olmamasının pek bir şey ifade etmediğini ve meseleye insan odaklı baktıklarını ifade etmesi Atatürk’ün söylemleri ile çelişmektedir.Atatürk aynı sorulara “Ne Mutlu Türküm Diyene” ve kendisinin en büyük zenginliğinin Türk Milletine mensubiyet olduğunu söyleyerek cevap vermektedir. Kılıçdaroğlu’nun cevapları Atatürk’ün cevapları ile karşılaştırıldığında aradaki sapmanın boyutu ve böylece Kılıçdaroğlu ile Filistincilerin millet anlayışı konusunda pek bir farklılıklarının olmadığı görülmektedir.
Teferruatların devlet yönetiminde veya insan yaşamında  genel anlayışta bir sapma olmadığı takdirde pek fazla bir önemi yoktur.Ancak genel anlayışta makas değiştiren önemli bir yol değişikliği varsa teferruatlar çok önem kazanır.Bunun için satır aralarını doğru okumakta büyük fayda vardır.
Bu sebeple Türkiye ile İsrail arasında yaşananları,RTE ile hükümetin tavırlarını,Filistin bayrakları ile sokağa dökülenleri,Kemal Kılıçdaroğlu’nun tıpkı RTE gibi Türklüğü arka plana itici ifadelerini,sözde kürt ve ermeni açılımlarının geldiği noktayı,Barzani’ye gösterilen ilgiyi,BDP milletvekili Sabahat Tuncel’in pkk’yi terör örgütü olarak görmedikleri dair ifadesini ve de özellikle Gazze olayında ölen Furkan Doğan’ın akedemisyen babasının sözlerini ve aynı olayda yitirdiğimiz bir vatandaşımızın hanımı ve çocuğunun cenazedeki gülümseyen fotograflarını iyi okumamız gerekir diye düşünüyorum.
Yine iyi okumamız gereken bir teferruatta Türkiye’nin önde gelen işadamlarından ve sosyal demokrat görüşleriyle tanınan Musevi cematının önde gelen ismi İshak Alaton’nun Taraf Gazetesine verdiği röportajda söyledikleriydi: “AKP daha yüksek oyla iktidara gelir…Türkiye için çok umutluyum.AKP’nin 20002 yılından beri performansı çok pozitif.Neticeler ortada.Ekonomi yolunda…Doğru yoldayız.” . “…Yine o kemikleşmiş dinazorların teşebbüsü ile bu da (anayasa değişikliğini kast ediyor) Anayasa Mahkemesine götürüldü.Ve muhtemelen dinazorların baskısıyla Türkiye’nin aleyhine kemikleşmiş,donmuş bir karar çıkacak Bence bunun da üstesinden geleceğiz.Bu durumda seçime gidecek AKP daha yüksek bir oyla ve tek başına iktidara gelmesi kaçınılmaz olacak.Dinazorlar bunu istemiyorlar ama tepkileri bu güne kadar olduğu gibi ters tepecek”.
Görüyorsunuz İshak Alaton tabloyu çizmiş.Yılların sosyal demokratı Musevi işadamı Türklük karşıtı bir politika izleyen AKP’nin hızlı bir taraftarı olmuş.Senelerdir benzer politikaları paylaştığı sosyal demokrat arkadaşlarını “dinazor”lukla suçluyor.AKP’nin 2002’den beri yaptıklarına imzasını atıyor.
İshak Alaton;AKP’nin ekonomik olarak Türkiye’yi diz çöktürdüğünü ve günümüzü geçici tedbirlerle kurtardığımızı,halkın yoksulluk sınırı içinde yüzdüğünü buna karşılık Türkiye’ye borç verenlerin servetlerini katladığını ve işsizliğin tarihi rekorlar kırdığını anlaşılan görmüyor.Zaten onun durduğu yer Türk Milletinin durduğu yer değil.Onun için Alaton’un anlattığımız şeyler çerçevesinde AKP’yi başarılı bulması doğal.Ayrıca AKP’nin Türk Milletinin sosyal dokusuna verdiği zarar onun endişe edeceği bir husus değil.Bilakis bundan memnuniyette duyuyor olabilir.Çünkü herkes gibi o da bilmektedir ki;vaad edilmiş toprakların İsrail’ce yeniden vatanlaştırılmasının önündeki en büyük engel Türk Milletidir.Bu sebeple aklını Türklükle bozmuş olan bir AKP’nin Alaton’ca desteklenmesi hiç şaşırtıcı değildir.
Aslında İshak Alaton’un sosyal demokratlığının altında yatan  “halkların kardeşliği” felsefesinin,Filistincilerin “vatansız ve milliyetsiz Müslümanlık” anlayışının,Kemal Kılıçdaroğlu’nun “önce insan” söyleminin ve Recep Tayyib Erdoğan’ın “36 etnik parça” vurgusunun bir kavşakta kesiştiğini söylemek hiçte yanlış olmaz.Sapla saman birbirine ne kadar karışmış görüyorsunuz değilmi?
Evet! Türk Milleti; teferruatlara boğularak genel sapmadan bihaber hale getirilmek suretiyle tarihte pek çok örneğini gördüğümüz gibi yine yok edilmek ve vatanına el koyulmak isteniyor.Tıpkı Balkanlarda,Orta Asya’da,Kafkaslarda ve nerede Türk varsa orada uygulanan politikalarda olduğu gibi…
Bu politikalar uyuşturucu benzeri yöntemlerle Türklerin aklına ve ruhuna zikrediliyor.Medya,üniversite,din adamı, siyasetçi, işadamı, şair, romancı, tiyatrocu, simitçi, mısırcı, araba yıkayıcısı ve bil cümle eleman bu uyuşturucunun tedarikçisi durumunda…
Onun için etrafınıza şöyle bir bakın hangi uyuşturucudan etkileniyorum diye.Yoksa bu tatlı sarhoşluk size çok şey kaybettirecek.

haber757@gmail.com

KomploTeorileri] Heryönüyle 12 Eylül 1980 Darbesi ve Bilinmeyen Yönleri


12 Eylül Darbesi veya 1980 İhtilali, Türkiye’de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi. Bu müdahale ile 6. Demirel hükümeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi feshedildi, sendika ve derneklerin faaliyetleri durduruldu ve genel sıkıyönetim ilan edildi. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı. Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü.12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye’de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturdu, siyasi gelenekler geçici de olsa alt-üst edildi.
Devamı İçin Tıklayın

haber757@gmail.com


TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ!
 
Türkiye’de ilginç bir yaklaşım var. Hırsız, yalancı, sahtekar, ama geçmişte bir siyasi akımla gruplarla bağlantısı olmuş veya şimdi unvan almış yada bir partide ama bir kimlik adına konuşuyor itibar görüyor.
 
Bir dönem milliyetçi faaliyetlerde bulunmuş, milliyetçiliği tekelinde görüyor ama kişi yabancı ülkelerin ajanı/sözcüsü!
 
Kişi çağdaş değerlere sahip ama milletin değerlerine karşı olmayı çağdaşlık sanıyor.
 
Türk milliyetçiliği dün olduğu gibi bugünde ABD’nin emrinde olanların tekelinde değildir.
 
Kendini milliyetçi zanneden bazıları son günlerde ahkam kesmeye başladı.. Öylesine ki din nasıl ki dincilerin tekelinde, çağdaşlık nasıl ki sosyal demokratların tekelinde ise milliyetçilik te birilerinin tekelindeymiş gibi konuşuyorlar, ahkam kesiyorlar.
 
Ya siz kimsiniz? Düşün; bu ülkenin milliyetçisinin, müslümanının, çağdaşının yakasından. Emrinde olduğunuz yabancı devletlerin sözcüsü gibi konuşmayı, yazmayı da bırakın.
 
Bakın; Türk milliyetçi hareketinin militarizm, milli hakimiyet ve demokrasi ilişkisine bakışı daha çok devletçi milliyetçilik bakış açısıyla oluşmuştur. Son yıllarda gündeme gelen darbe planı iddiaları ve militarizm tartışmalarında Türk milliyetçilerinin geleneksel politik hareketi açıklama yapıyor. Militarizme karşı milli hakimiyet ve demokrasi vurgulu manifesto ise arada sırada bazılarınca dile getirilir.
 
Siyasi yapılanma halindeki Türk milliyetçileri, patinaj yapıyorlar. Çağın gerçeklerini, algılayamıyor, özümleyemiyor yeni çözüm önerileri ortaya koyamıyorlar.
 
Oysa; Milliyetçilerin demokratik değerlere sahip çıkması onların var oluş sebebidir. Milliyetçilik çok sade ve açık bir şekilde tanımıyla milletin hukukuna sahip çıkmaktır.
 
Milliyetçiler ülkenin bütün milli kurumlarına ve değerlerine hem saygı duymalı hem de  onların güçlü bir biçimde fonksiyonlarını yerine getirmelerini de savunmalıdırlar.
 
Milli devlet, demokratik siyaset, hukukun üstünlüğü, milli egemenlik, milli ordu, milli bağımsızlık, temel hak ve özgürlükler, kuvvetler ayrılığı ilkesi gibi kurum ve değerler iki temele dayanır: millet ve vatan.
 
Anadolu topraklarındaki bin yıllık devlet geleneği içinde ordunun vazgeçilmez bir rolü vardır. Bu rol tarihsel olarak orduya devletin bağımsızlığını ve kimliğini savunma görevini vermiştir. Devlet içerisinde ordunun diğer kurumlarla ilişkilerini düzenleyen bir siyasal gelenek ve devlet felsefesi vardır. Türk tarihinde ordu devletin işleyiş mekanizmasının içerisinde yürütme gücünü elinde bulunduran unsura bağlı ve diğer kurumlarla koordineli bir şekilde görev yapmaktadır. Osmanlı ve Selçuklu yönetimlerinde, o günkü siyasal anlayışın dayandığı meşruiyet fikrine göre ordu, hakana veya sultana tabi bir şekilde onların tanzim ettiği görev anlayışı içerisinde çalışır.
 
Milli devlete geçişte de ordu ve devlet arasındaki ilişkiler yeni bir meşruiyet fikrine göre belirlenmiştir. Milli devletin kurucu kadrosu yani o günün milliyetçileri ordunun meşruiyet çerçevesini milli devlet anlayışında temellendirmişlerdir. Bu anlayış “egemenliğin, kayıtsız şartsız millete ait olduğu” fikrine dayanmaktadır.
 
Türk milletinin vicdanında var olan devlet kurumlarının saygınlığının gelişigüzel günlük polemik konusu yapılarak iç ve dış kamuoyunda yıpratılmasına fırsat verilmemelidir. Tüm devlet kurumları; kendisini aklama ve demokrasi konusundaki kuşkuları ortadan kaldıracak bir biçimde denetim ve adalet mekanizmalarını şeffaf ve bağımsız çalıştırılması gerekir.
 
Ordu; Türkiye’nin varlığı ve bağımsızlığının devamındaki rolünü demokratik meşruiyet, yani milli egemenlik anlayışına dayandırmalıdır. Bu hem Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkı yapan hem de ordunun kurumsal kimliğine ve saygınlığına gösterilen hassasiyet bakımından gereklidir.
 
Türkiye’nin demokratikleşmesi devam ediyor. Siyasette milliyetçiliği temsil eden parti olabilir. Ama milliyetçilik o partinin tekelinde değildir. O partinin her açıklamasını da ülkede ki her milliyetçinin sesiymiş gibi yansıtılması da yanlıştır.
 
Türk milliyetçiliği; Türk milletine, Türk kültürüne, Türk Devleti'ne, Türk tarihine sevgi ve bağlılıkla hizmet etme kararlılığıdır.
 
Türk milliyetçiliği; Türk milleti için ileri bir hayat tarzını kurmayı amaçlayan, demokratik yaratıcılığı ve üreticiliği ön plâna çıkaran, barışçı ve antiemperyalist bir düşünce ve duruştur.
 
Günün Sözü: İçinde yaşanılan toplumun tüm değerlerini savunmak geleceğe atılan temeldir.

haber757@gmail.com

İslâm’ı Doğru Anlamak ve Yorumlamak

Cümlenin maksudu bir amma rivayat muhtelif... İslâm bir amma onun anlaşılması, yorumu çeşitlidir. Ben bir Müslüman olarak Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in en doğru ve aslına uygun şekilde İslâm'ı anlamış ve yorumlamış olduğunu çok iyi bilirim ve böyle inanırım.
Ehl-i Sünnet ile Râfızîler arasında anlayış ve yorum farklılıkları vardır.
Ehl-i Sünnet, Peygamber Efendimizi (Salat ve selam olsun ona) görmüş, ona iman etmiş, bu imanla ölmüş, İslâm için canıyla, malıyla çalışmış, nice sıkıntılar çekmiş, kimisi imanı uğrunda şehid olmuş Ashab-ı Kiramın (Allah onlardan razı olsun) tamamını (tekrar ediyorum tamamını) sever, onlara hürmet eder, onlara hayır dua eder.
Ehl-i Sünnet Ashabın hepsini din konusunda âdil kabul eder. Yani onlar İslâm'ı Hz. Peygamberden nasıl öğrendilerse, doğru şekilde insanlara ve sonraki kuşağa öğretmişler, bu konuda asla hıyanet etmemişlerdir.
Râfizîler Sünnîlerin bu inancını paylaşmaz. Onlara göre Ashabın büyük kısmı -hâşâ - kâfirdir, münafıktır, hıyanet etmiştir. Böyle bozuk bir inançtan Allah'a sığınırız.
Ehl-i Sünnet âlimleri Ashabın tamamının âdil olduğuna, Müslümanların onlara saygı ve sevgi göstermesi gerektiğine dair binlerce kıymetli kitap yazmıştır. Bu hususta hiçbir şüphe kalmamıştır.
Ashaba saldıranlara karşı ne yapmalıyız? Onlara asla kulak vermemeliyiz. Onların bozuk iddialarını, iftiralarını, yalanlarını gündeme almamalıyız.
Zamanımızda bazı bozuk ilahiyatçılar Ehl-i Sünnet anlayış ve yorumuna aykırı iddialarla ortaya çıkıyor, bu arada Ashab-ı Kirama dil uzatıyorlar.
Hezeyanlarından bazısı şunlardır:
1. Ebu Hüreyre radiyallahu anh yalancıymış... Bu iddia büyük bir iftira ve yalandır. Ebu Hüreyre Peygamberimizin kapısında yaşayan bir kimseydi. Parası pulu, işi, sermayesi, evi barkı, tarlası, devesi yoktu. Peygamberimizden çok hadîs nakl etmiştir. Allah ondan razı olsun.
2. İslâm'da şefaat yokmuş. Bu da bâtıl bir sözdür. Büyük ulema bu konuda kitaplar yazmıştır.   Şefaat vardır, Allah izin verirse Peygamberimiz şefaat eder.
3. Ölü kabrine konulunca sual melekleri gelmeyecekmiş, kabir azabı yokmuş... Bu da hezeyandır.
4. Aşere-i mübeşşere yokmuş... Vardır, biz Müslümanlar onları minnet ve şükranla anarız.
5. Sırat köprüsü yokmuş. Vardır, bütün muteber din kitaplarımız olduğunu yazıyor.
6. Kur'ânın hüküm ayetlerinin bir kısmı bugün geçerli değilmiş... Ne büyük hezeyan!.. Böyle bir iddia küfürdür.
7. Peygamber bir postacı imiş, işi bitmiş, ölmüş gitmiş... Ne büyük saygısızlık!.. Evet her fanî gibi o da vefat etti ama ruhaniyeti, mânevî varlığı her zaman Ümmetiyle beraberdir. Toprak onun cesedini çürütmez. Ümmet ona salat ve selam getirdikçe kabir aleminde ona ulaştırılır.
8. Şeriat ve fıkıh eskimişmiş, bu devirde hükümleri yokmuş. Böyle bir lafı bir mü'min söyleyemez. Küfür sözüdür bu.
Evet muhterem Müslümanlar, din konusunda maalesef büyük sapıklıklar ortaya çıkmıştır.
Ehl-i Sünnet dairesinde olan bir Müslüman sadece ve sadece Sünnî ve icazetli alimlerin, fakihlerin, müfessirlerin, muhaddislerin kitaplarını, izahlarını, yorumlarını okumalıdır.
Ehl-i Sünnet niçin haktır?
- Çünkü Sevad-ı Azamdır.
- Çünkü cadde-i kübradır.
- Çünkü cumhur-i ulemanın yoludur.
Ehl-i Sünnet Müslümanı, Ashab arasında zuhur etmiş üzücü ihtilaflara, savaşlara karışmaz, 1400 yıl ötesinden taraf tutmaz, fanatiklik yapmaz.
O ihtilafların, o savaşların hesabı âlemlerin Rabbi ve Âdil-i Mutlak olan Allahü tealaya kalmıştır. Biz, elimizde kesin deliller olmadan savcılık, hakimlik, cellatlık yapamayız.
Elbette Hz. Ali Efendimizi (kerremallahu vecheh ve radiyallahu anh) çok severiz. Ehl-i Beyt-i Mustafa'yı çok severiz ama onları severken diğer Ashab'ı da tekfir etmeyiz. 1400 yıl önceki savaşlar ictihad neticesinde olmuştu, hesabı Mahşer'e kalmıştır deriz.
Ehl-i Sünnet ile Râfizîler arasında Kur'ân konusunda da derin ihtilaflar vardır ve bu konuda da Ehl-i Sünnet doğrudur, haklıdır.
Bazı Râfizîler Kur'ân'ın tahrif edildiğini iddia ederler.Biz bu iddiayı nefretle reddederiz. Allah Kur'ânı koruyacağını vaad etmiştir ve korumuştur, koruyacaktır.
Kur'ânda Velâyet suresi varmış, bunda Peygamberimizden sonra Hz. Alinin halife ve velî olacağı yazılıymış da Ehl-i Beyt düşmanı kafirler bunu çıkartmışlar... Bu iddia korkunç bir yalan, korkunç bir iftira ve hezeyandır.
Elimizdeki Mushaf, Peygamberimize vahy edilmiş, onun sağlığında (idrak ettiği son Ramazanda) Cbiril-i Emîn ile iki defa mukabele ettikleri tam-eksiksiz Kur'ân metindir.
Sevgili din kardeşlerim... Bozuk, sapık, çarpık fikir ve iddialara karşı çok dikkatli olunuz ki, dinimnize ve imanınıza zarar gelmesin, ebedî mutluluğunuz tehlikeye girmesin.
Rabbimiz Teâlâ hazretlerinden bizi, İslâm'ı Kendi rızasına uygun ve Resulünün tebliğ ettiği şekilde bilenlerden, öğrenenlerden, anlayanlardan eylemesini niyaz ederiz.
* (İkinci yazı)

Erhan Göksel
ABD'de 51 yaşında vefat eden Erhan Göksel sıra dışı bir Türkiyeliydi. Ülkenin (arka planda çalışan) güçlü beyinlerinden biriydi. Asıl mesleği tıp doktorluğuydu. Ekonomi konusunda da doktorası vardı. Siyaset psikolojisi uzmanıydı.
1980 ile 1995 arasında yayıncılık yapmıştır.
1989 yılında Verso siyasal araştırma merkezini kurmuş, 1998'de ABD'de, 2005'te Çin'de bu şirketin şubelerini açmıştır.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a başdanışmanlık,
Başbakan Tansu Çiller'e danışmanlık,
Mesut Yılmaz'a danışmanlık yapmıştır.
Nazarbayev, Aliyev, Bulgaristan Başbakanı Kostov, ABD'li Al Gore gibi önemli kişilere danışmanlık ve seçim kampanyaları konusunda akıl verme ve yönlendirme hizmetleri.
Erhan Göksel 22 Ocak 2009 tarihindeki Ergenekon operasyonunda 4 gün müddetle gözaltına alınmış, telefonlarına, bilgisayarlarına el konulmuş, bilahare hakkında takipsizlik kararı verilmiştir.
Bazı anti-Ergenekon çevreler onun vefat haberini alır almaz öldürüldüğünü iddia etmeye başlamışlardır. Erhan Göksel çok kilolu bir kimseydi, belki de 200 kiloya yakın bir ağırlığı vardı. Tıp dilinde buna morbid obez denir. Böyle kimselerin ömürleri uzun olmaz.
Erhan Göksel'in beklenmedik ani ölümüne en fazla üzülen kişi Yalçın Soner oldu sanırım. Onun hakkında ağıtsal bir yazı kaleme aldı. Göksel ile Soner sık sık mail ile görüşüyormuş.
Göksel hatıralarını yazdı mı, yoksa ülkemizin yakın tarihinin içyüzüyle ilgili nice bilgi onunla birlikte uçtu gitti mi?

haber757@gmail.com

TÜRKİYE DÖNÜŞÜYOR MU?
 
Her şey Turgut Özal’ın iktidarı ile başladı. Değişim ve Dönüşüm. Küresel aktörlerin planlarına göre Türkiye’nin yapılanması. Amerikan vatandaşı Tansu Çiller’le devam etti, Kemal Derviş’le şekillendirildi, Gül-Erdoğan ikilisi ile sistemleştirilmeye çalışılıyor.
 
AKP iktidarına kadar başörtülü kadın, üniversiteye girmek için mücadele eden gündeliğe gelen temizlikçi kadındı. Şimdi baş köşedeler. İşte bu değişimi yaşıyor Türkiye! Başörtüsü artık Çankaya’da, Başbakanlıkta ve rol model olan da onlar! 
 
Şimdi yeni kentliler, varoşlar çoğunlukta ve iktidardadırlar. İktidarda metropollerin etrafında yaşayan milyonlarca insanın oyu var. Trendi koyan onlar. Trendi Ankara’da Çankaya, İstanbul’da Nişantaşı koymuyor artık!. Çankaya’nın ve Nişantaşı’nın zaten trend koyacak mecali yok. Çankaya ile Nişantaşı’ndakiler, eğlence mekanlarındalar, kadın dergilerine bakıyor, mankenlerin, sanatçıların maceralarını takip ediyor, ’Aa bu diyor’ diyor, giyiyor ve yürüyor. Ancak ortamlarda konuşuyor öfkeyle hınçla.
 
Toplumun bir kesimindeki öfke çoktandır var. Ancak öfkeli bakışlar daha önce başladı, ama şimdi çok kötü bakıyorlar. ’Ne arıyorsun burada der’ gibi...
 
Bekir Coşkun’un, Fazıl Say’ın çıkışları, Özal’ın seçilmesi dönemindeki tepkileri akla getiriyor. Onlar bu konuda kafadan giriş yaparak ünlü olmalarını kullanıyorlar. Bunları Sarı Çizmeli Mehmet Ağa söylese kimsenin umurunda olmaz. Nitekim bir sürü insan, hatta bir sürü siyasetçi de söylüyor. ’Bizim Türkiye rüyalarımız biraz öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar kazandı. Biz yüzde 30, onlar yüzde 70. Başka bir ülkeye gitmeyi düşünüyorum’ diyorlar.... diyebilirler. Türbanılar da Türkiye dışına okumaya gitmeye mecbur kalmıyorlar mı? Hem de bu iktidar döneminde.
 
Türkiye İslamcılar içinde, İslam karşıtları içinde zor bir ülke. Peki kim için uygun Türkiye? Talancı, soyguncu, kapkaççı için değil mi? Bakın hortumculardan kaçı mahkum. Kaçının soyduklarına el konuldu hazineye geri döndürüldü.
 
Türkiye’de yeni bir durum söz konusu. Bundan sonra şimdiye kadar yaptıklarımız model olmaktan çıktı, çıkmak üzere. Bu yeni bir şey. Bu yeni şeyin iyi mi, kötü mü olduğu, durduğunuz yere, konumunuza bağlı. İyi bir şey olduğunu düşünmek mümkün, ama çok kötü bir şey olduğunu düşünmek de mümkün. 
 
Türkiye’de çok radikal, toplumun temellerinden gelen bir değişim yaşanıyor. Uzun zamandan beri başladı bu değişim. Daha da uzun yıllar sürecektir. Ne olacağını bilmek mümkün değil. Bir şey olacak ve sonra da Türkiye makas değiştirdi denilecek. Türkiye İslam cumhuriyeti olmayacak. Türkiye’de din olgusu, devletle daha bir eklemlenmiş olacak. 
 
Laikliğin beşiği Fransa’da Sarkozy  ’Ülkemizde laikliği gözden geçirmemiz lazım’ dedi. Ve Fransızların Katolik bir toplum olduğunu vurguladı. Adına ’pozitif laiklik’ dediği yeni bir oluşumun başlamasını önerdi. Dünyada din olgusuna karşı büyük bir rağbet var. Türkiye İran ya da Malezya gibi olur mu? Hayır. Türkiye’nin tarihi gelişimi ve inanç sistemi çok farklı.
 
Türkiye laik bir devlet olarak kalacak. Din ve devlet eklemlenmesi süreci işlemektedir. Birbirine sırtını çeviren değil de, daha bir hoşgörülü olma anlayışı yerleşmektedir.
 
İçki yasaklanırsa Türkiye’de yeni bir 28 Şubat olur mu? Hayır.  Güven Erkaya’lar, Çevik Bir’ler, yok. Çevik Bir, AKP’nin yanında ve içinde. Ama Türkiye kılık kıyafet ve içki üzerinde kilitlenmiş gibi. 
 
Kabul edelim, artık başka model bir Türkiye var. Tüm siyasi partilerdeki ne kadar küreselleşmeci, Avrupacı, İsrailci ABD’ci, hırsızı, soyguncu, vurguncu tipler varsa AKP’nin içinde ve yanında. Solcu, sağcı, milliyetçi, dinci fark etmiyor.
 
AKP umut veriyor ama bu umut, öfkeyi dindirmiyor. Hiçbir kesimin öfkelenmemesi lazım. Sadece onların değil. Öfkeyi medya kamçılıyor... Laik basında da bir yönlendirme var, laik olmayan basında da... Bu kutuplaşma çok kötü. Sadece din konusunda değil etnik konuda da aynı kutuplaşma başlayacak diye endişelenenler var..
 
AKP, Radikal İslamcılığa karşı emniyet kemeri’ olarak görülüyor. Güneydoğu sorunu için de emniyet kemeri olabilmelidir.
 
Ya CHP ne gibi hedefler peşinde acaba! Baksanıza kurultay sonrası çok sesli koro kafa karıştırıcı açıklama yapıyor. Parti meclisine seçilen her kes lider, herkes kendine göre açıklama yapıyor. Genel başkan Kılıçdaroğlu’nun sesi daha da azalacak gibi.
 
Siyasi partiler burada taraftır. Kutuplaşmayı törpülemekte daha aktif ve etkin olmalıdır.
 
Günün Sözü: Gelecek için çok karamsar ve umutsuz olmamak gerekir..

haber757@gmail.com

ANATOLİA GIDA MARKETİNG SİSTEMİ A.G.M

Bünyesinde tamamı yerli sermaye ile olusturdugumuz network sistemlerine yeni bir y
ön kazandıran A.G.M benzersiz kazanç sistemi ile sizleri erişilmesi güç mükemmel bir kazanç sistemi
Sunmaktadır.
Dünya network sisteminde ilk defa uygulanan üyelik primi ve ürün primleri ile sizlere risk almadan
Satış yapmadan sınırsız bir gelir imkanlarını sunuyor.
İnsanoglu dünyada yaşadıgı sürece gıda ihtiyacı ve temizlik malzemeleri tüketimi bitmeyecektir.Bunları düşünen A.G.M gıda sektöründe bir ilke imza atmıştır.
Her üyemizin sadece kendi ihtiyaçları olan gıdaları almış olsalar bile çok ciddi gelirlere ulaşacaklardır.Sistemimizin yazılı anlatımı için çalışma sistemimize bakabilirsiniz.
A.G.M ÇALIŞMA SİSTEMİ
A.G.M çalışma sistemi sizlere küçük bir maliyet ile kendi marketinizi kurma sansı veriyor. Sistemimizin tüm network sistemlerinde oldugu gibi kazan-kazandır ilkelerini temel alan kazançlı bir sistemdir.A.G.M de çalışma saatlerinizi kendiniz belirleyecek ekonomik ve bagımsız çalışmanın tadına aile ve doslarınızla beraber çıkaracaksınız.
GELİR SİSTEMLERİ
Gelir sistemlerimiz aşagıdaki gruplardan oluşmaktadır.
1-Üyelik primi
2- Perakende satış karı
3- Alt organizasyonlarınızdan elde edeceginiz gelirler.
4-Avrupa seyahati
5-Afrika safari,Amerika,Meksika,Venezuella , Küba gezi ve inceleme seyahatleri.
6- Promosyonlar
7-Ücretsiz iş seminerleri
8- Yemekli toplantılarımız.
Bu gelirlerin tamanından faydalanabilirsiniz veya içlerinden seçtiklerinizdende faydalanma şansına sahipsiniz.
ÜYELİK PRİMLERİ
Üyelik priminde,yaptıgınız her üyeden A.G.M size 30 TL kazanç veriyor.üyelerinizinde yaptıgı her üyeden ayrıca 30 TL kazancınız oluyor.

Üyelerinizin üyelerinin yapmıs oldugu her üye içinde yine 30 TL kazancınız oluyor.
NETWORK SİSTEMİ DİLİNDE
1. HATTINIZ
2. HATTINIZ
3. HATTINIZ olarak geçer.
Basit bir şekilde açıklayacak olursak mesela A.G.M sistemimize kazanç tablonuz
Şu şekilde olusmaktadır.
1.ay - Siz 7 tane üye yaptınız 7x30¬:210
2.ay- 7 üyenizde sizin gibi 7 şer tane üye yaptı.7x7;49 49 x 30 :1470 TL
3. ay – 49 üyenizde sizin gibi 7 şer tane üye yaptı. 49x 7 : 343 üye
343x 30 : 10.290 tl kazancınız oldu.
Toplamda sadece 7 üye yaptıgınız halde 7 artı 49 artı 343 : 399 üyeniz oldu.kazancınızda 399 artı 30: 11.970 TL oldu.
Bu üye ve kazançlara bir ayda da ulaşabilrsiniz.
Bu sadece üyelik priminden elde ettiginiz gelirdir.Bu gelire kavuştugunuzda altınızda yüzlerce üyeden oluşan bir ekibiniz olacak ve bu ekipten kim ne zaman bir ürün siparişi verse sizin toplam cironuzu oluşturacak ve buradaki toplam cirodan her ay düzenli olarak bir gelire sahip olacaksınız.
PERAKENDE SATIŞ KARI
A.G.M de sadece üyelik priminden kazancınız olmayacak.Dilerseniz perakende satarakta para kazanabilirsiniz.Bir örnek verelim.Marketlerde fiyatı 17.00 ile 25.00 TL arası olan pul biberin şuan A.G.M deki fiyatı sadece 9.25 TL dir.Marketlerle A.G.M nin arasında ki fiyat farkı 7.00 TL ile 15.00 TL arasında degişmektedir.Kalitesi ilede birinci sınıf olan ürünlerimizin,fiyat farkı marketlerle kıyaslandıgında % 100 ün üzerinde ucuz oldugu görülecektir.
Ürünlerimizin perakende satarakta sıcak para kazanabilirsiniz.
Önemli avantajlarımızdan biride ürünlerimizin herkeze hitap etmesidir.Yasayan her insanın mecburen tüketmesi gereken ürünleri satıyorsunuz.
A.G.M listesine koydugumuz ürünler her aileye hitap etmektedir.Çünkü fiyatta en ucuz kalitede en yüksek ürünlerimiz bulanmaktadır.İş paketiniz elinize ulaştıktan sonra istediginiz ürünlerden istediginiz kadar sipariş verebilirsiniz.
ALT ORGANİZASYONLARINIZDAN ELDE EDECEGİNİZ CİRO GELİRLERİ
Burada sürekli bir kazanca ulaşacaksınız.Bütün alt organizasyonunuzun vermiş oldukları siparişlerin toplamından elde edeceginiz bir gelire sahip olacaksınız.Alt alta 3 kademenin vermiş oldukları tüm siparişlerin toplamından kazanç elde edeceksiniz.
BUNU BİR ÖRNEKLE GÖSTERELİM.
SİZ

10 SİZİN ÜYE KAYDETTİKLERİNİZ.

100 SİZİN KAYDETTİGİNİZ ÜYELERİN KAYDETTİGİ ÜYELER

1000 İKİNCİ ALT GRUBUNUZDA 10 AR KİŞİ ÜYE KAYDETTİGİNDE
TOPLAMDA 1000 KİŞİYE ULAŞIR.
TOPLAMDA 10 ARTI 100 ARTI 1000 :1110 KİŞİ YE ULAŞIRSINIZ.
Ortalama her üye 200 TL lik sipariş verdiginde 1100 x 200 :222.000 TL lik bir ciroya ulaşırsınız.Toplam cironuzdan % 5 lik bir prim alacagınız dan dolayı 222.000 x % 5 : 11.100 TL lik Bir aylık kazanç elde edersiniz.Elbetteki bu aylık geliriniz Alt organizasyonlarınızın büyümesi ile eş degerli olarak aylık gelirinizde artacaktır.
Siz, diyelim o ay içerisinde hiç üye yapamadınız,alt organizasyonlarınızdan 250 kişi yeni üye oldu.250 x 30 :7500 TL de yeni üye girişlerinden kazançlarınız olacak.Toplamda 11.100 artı 7500:18.600 TL lik bir kazanca ulaşacaksınız.sadece 10 üye ile başladıgınız A.G.M den 0 riskle büyük kazançlar elde edebilirsiniz.
AVRUPA SEYAHATİ
Türk toplumu olarak genelde hayallerimizde Paris e gitmek var,Venedik te gondolla gezmek gibi rüyalarımızı süsleyen hayallerimiz vardır.A.G.M nin sizin bu hayallerinizi gerçege dönüştürüyor.Ve hiçbir masraf yapmadan hayalleriniz gerçek oluyor.
NASIL MI ?
Sadece alt organizasyonlarınızın sayısı 100 üyeye ulaştıgında Avrupa seyahatini hak ediyorsunuz.
AFRİKA SAFARİSİ, AMERİKA , KANADA, MEKSİKA, KÜBA VE VENEZUELLA GEZİ VE İNCELEME TURLARI
Toplum olarak yeni yerler görmek tarihi dogal güzellikleri ve yasantılarını hep merak etmişizdir.Birçok üyemizin hayalini bile kuramayacagı yerlere gezi ve inceleme turları düzenliyoruz.Buna hak kazanmakta çok kolay.İdda ediyorum A.G.M ye üye olan herkez bundan faydalanabilecek.Alt organizasyonunuz,1000 üyeye ulaştıgında tüm masraflarınızı A.G.M karşılayacak size sadece bavulunuzu hazırlamanız kalacak. 1000 üyeyi gözünüzde büyütmeyin,çok kolay sadece aşagıdaki örnege bir göz atmanız yeterli olacak.
Siz sadece ilk hattınızda 10 üye yapacaksınız sizin yaptıgınız üyelerde 10 ar üye yaparak 100 üyeye ulaşacak sınız .2.hattınızdaki 100 üyede sizin gibi 10 ar üye yaptıgında 1000 üyeye ulaşacaksınız.
1110 X 30 :33.300 TL üyelik primi olarak banka hesabınıza yatacak ve bavulunuzu hazırlamaya başlayacaksınız.İstediginiz ülkeye gitmek için artık hazırsınız.

PROMOSYONLAR
Üyelerimizin aktivitelerini yogunlaştırmak için her ay ,degişik promosyonlar koyacagız.Bu promosyonlar A.G.M tarafından üyelerimize duyurulacaktır.
ÖDEMELER
Her ayın 1 ile 31 i arasında ki A.G.M ye kayıt olan yeni üyelerinizden dolayı üyelik primleriniz ile alt organizasyonunuzun vermiş oldukları ürün siparişlerinin genel toplam cirosundan hak etmiş oldugunuz primler ,takip eden her ayın 20 sinde Türkiye İş Bankasındaki hesabınıza yatırılır.100 TL nin altındaki bakiyeniz A.G.M deki hesabınızda birikir.100 TL ve üzerindeki tüm miktarlar hesabınıza yatırılır.
YASAL BİR İŞ MİDİR?
A.G.M sistemimiz dogrudan satış sistemi olup dünyaca kabul görmüs birçok büyük firmanın kullandıgı ve yılda 75 milyar dolarlık cirolara ulasan firmalar vardır.Gerçek ve tamamen yasaldır.Hakettiginiz tüm primlerin ve aldıgınız ürünler, faturalandırılarak son kurusuna kadar vergisi ödenmektedir.Aldıgınız tüm ürünlerde KDV ve stopaj vergisi ödenmektedir,
A.G.M olarak hedefimiz 3 yıl içerisinde vergi şampionu olmaktır.
KARGO MASFAFINI KİM KARŞILAR ?
A.G.M den almış oldugunuz ulusal iş paketinde kargo masrafını A.G.M öder.Bundan sonraki 100 TL ye kadar siparişlerinizde 5 TL kargo katkı payı ödersiniz.100 TL VE üzerindeki ürün siparişlerinizinde kargo masragı A.G.M tarafından karşılanır.
ÜYELİK ŞARTLARI
1 -75 TL karşılıgında İŞ paketine sahip olursunuz.iş paketimizin içinde 10 çeşit ürünümüz vardır.Bundan sonra A.G.M Sistemine üye yaptıgınız her üyeden 5 TL üyelik primi alırsınız.
Alt organizasyonlarınızın yaptıkları üyelerdende her üye başına 5 TL üyelik primi alırsınız.Toplam cirodanda % 5 prim alırsınız.
2- 95 TL karşılıgında iş paketine sahip olursunuz.İŞ pakerinin içinde 10 çeşit ürünümüz vardır.Bundan sonra A.G.M Sistemine üye yaptıgınız her üyeden 10 TL üyelik primi alırsınız.Alt organizasyonlarınızın yaptıkları üyelerdende her üye başına 10 TL üyelik primi alırsınız.Toplam cürodan da % 5 prim alırsınız.
3- 200 TL karşılıgında İŞ paketine sahip olursunuz.İŞ paketimizin içinde 15 çeşit ürünümüz vardır.Bundan sonra A.G.M Sistemine üye yaptıgınız her üyeden 30 TL üyelik primi alırsınız.Alt organizasyonlarınızın yaptıkları üyelerdende her üye başına 30 TL üyelik primi alırsınız.Toplam cirodan da % 5 prim alırsınız.

haber757@gmail.com

EKONOMİ’DE RİSK VE BELİRSİZLİKLER!
 
Dünya Ekonomik Forumu tarafından dünyada aynı anda açıklanan Küresel Etkin Ticaret Ortamı Raporu 2010’a göre, Türkiye 14 sıra gerileyerek 125 ülke arasında 62’nci sırayı aldı.
 
Et ithalatı kararı, enflasyon oranının çift haneli hale gelmesi, risk ile belirsizlik arasındaki farklılıkların önemini artırmış durumda. Gerçekten de piyasalarda sanki risk ve belirsizlik aynı şeylermiş gibi algılanıyor ama değil. Risklerin ne olduğu ve nasıl bir tahribata yol açacağı konularında belli bir ölçüye kadar tahminler yapmak mümkün.
 
Böylece riskler mükemmel olmasa da fiyatlanabiliyor ve bu fiyatlama karşısında riskler alınıp satılabiliyor. Belirsizliği alıp satmak daha zor. Çünkü ne olduğu ve nasıl bir tahribat yaratacağı bilinemiyor. Bugün global ekonomik dengesizliklere yönelik endişeler belirsizlikten ziyade risk olarak algılanmaktadır. Ve risk iştahı yüksek yatırımcıların karşılığını alarak bu riskleri aldıklarını gözardı etmemek gerekir.
 
Dengesizlikler Azalıyor ve Piyasalar “Decoupling” Senaryosunu Fiyatlara Yansıtıyor... Dengesizlikleri vurgulamak zorunda olan teorisyenlerin yanında dengesizliklerin sürdürülebilirliğinden para kazananların görüşü de önemli. Dengesizlikler olsa da bu dengesizliklerin giderek azaldığı ve uzunca bir süre daha sürdürülebilir durumda olduğu görüşü ağırlıklı olarak benimsenmektedir.
 
Gelişmiş ülkelerdeki para politikaları şu anda büyüme ve enflasyon ikilisi açısından tam olması gerektiği gibi (ne çok sıkı ne de gevşek). Bu görüş tüm para birimlerinin analizde yer aldığı Taylor kuralı ile yorumlanabilir. Taylor kuralı eski ABD Hazine Bakan Yardımcısı ve Stanford ekonomisti John Taylor’ın ortaya koyduğu basit bir para politikası kuralı.
 
Bu kurala göre uygulanan para politikası, eğer enflasyon hedefin üzerindeyse ve/veya ekonomi potansiyelinin üzerinde büyüyorsa merkez bankasının faiz yükseltmesi gerektiğini gösteriyor. Ne kadar yükseltmesi gerektiği de enflasyon ya da büyümeden hangisine ne kadar ağırlık verdiği ile belirleniyor.
 
Birçok ekonomistin kendi varsayımlarıyla dünya ekonomisi için uyguladığı kural bugün global faizin doğru bir yerde olduğunu ve bu faizin öngördüğü enflasyon düzeyinin de bugünkü enflasyon seviyelerine çok yakın olduğunu gösteriyor.
 
Yine global arz fazlasının ölçümü de önemlidir. Buna göre; ekonomistlerin işin kolayına kaçıp uyguladığı istatistiki yöntem olan Hodrick-Prescott (HP) filtresini kullanarak bir büyüme trendi belirleniyor ve mevcut üretimin bu trendin neresinde olduğuna bakılıyor. Bu analize göre, dünya ekonomisinin toplamında aşırı bir arz açığı olmadığı tespit edilebiliyor. Ve buradan yine mevcut durumda global faiz düzeyinin uygun olduğu ve faizlerin yükseltilmesine gerek olmadığı sonucuna varılıyor.
 
Taylor kuralı ve HP filtrelerini Türk ekonomisine uyguladığımız da ise 2006 ortasından itibaren Türk ekonomisindeki arz açığının hızla artmaya başladığı ve bu nedenle de gecelik faizin (Fed Funds faizinin) olması gerekenden yaklaşık 100 bps daha yukarda olduğu görülüyor.
 
Global dengesizliklere Türkiye’nin dış açığı ve finansmanı tarafından yaklaşıldığında da yine dengesizliklerin artmaya başladığı anlaşılıyor. Türkiye’nin cari açığı ile Türkiye dışı global cari denge arasındaki farkın ABD hariç dünya üretimine oranına bakıldığında 2000’li yıllarda zirve yapıp 2006 yılında sıfırlanan oranın yeniden artış trendine girmiş olmasını dengesizliğin azalmaya başladığı şeklinde yorumlamak mı gerekiyor? Aynı şekilde sermaye dengelerinde de durum benzerdir. Türkiye’ye gelen yabancı sermaye ile Türkiye dışı global cari denge arasındaki farkın, ABD hariç dünya üretimine oranının artmaya başlaması dengesizliğin arttığının bir başka göstergesi.
 
Sonuç; global hisse senedi fiyatlarının (MSCI Free endeksi bazında) şirket kazançlarının, faizlerin ve enflasyonun öngördüğü fiyatların altında bulunuyor olması (bu değişkenlerden yarattığı bir fonksiyonla fiyat tahmini yapıp kıyaslama yapılabilir).
 
Birincisi, piyasaların global bir resesyondan ziyade yumuşak iniş senaryosuna oynadığını ve decoupling, yani dünya ekonomisinin ABD bağımlılığını azaltması senaryosuna prim verdiği. İkincisi, hisse senedi piyasaları diğer piyasalara göre daha ucuz olup daha hızlı yükselerek arayı kapatabilecek. Burada şirket kazançlarının ve iş yatırımlarının yavaşlıyor olması bu yükselişin önündeki risklerdir.
 
Makro ekonomi alanında İleri ülkelerin ekonomisinin işleyiş tarzının doğru anlaşılması Türk  ekonomisindeki değişim ve gelişimin de hangi yolda olabileceğini öngörmede yardımcı olacaktır.
 
Ha sahi Türkiye’nin gündeminde neler konuşuluyor?

haber757@gmail.com

CHP’de liste savaşı kızıştı

CHP'de olağan kurultaya sayılı günler kalırken, genel başkan adayının kim olacağı belirsizliği, yerini liste tartışmalarına bıraktı. İl başkanlarının büyük bir bölümü çarşaf liste ile kurultaya gidilmesi gerektiğini ifade etti. Baykalcılar çarşaf liste için uğraşırken, Genel Sekreter Önder Sav'ın ise blok liste hazırlığı yaptığı kaydedildi.

CHP'de olağan kurultaya sayılı günler kalırken, genel başkan adayının kim olacağı belirsizliği, yerini liste tartışmalarına bıraktı. İl başkanlarının büyük bir bölümü çarşaf liste ile kurultaya gidilmesi gerektiğini ifade etti. Baykalcılar çarşaf liste için uğraşırken, Genel Sekreter Önder Sav'ın ise blok liste hazırlığı yaptığı kaydedildi.  CHP'de 77 il başkanının Kemal Kılıçdaroğlu'nu aday göstermesinin ardından gözler Parti Meclisi listesine çevrildi. ANKA'nın edindiği bilgiye göre kurultayda tek aday olması beklenen Kılıçdaroğlu, kurmayları ile birlikte blok liste konusunda hazırlık yapıyor.

Baykalcılar çarşaf liste istiyor
Kılıçdaroğlu'nun adaylığı ile birlikte Baykalcı olarak bilinen ekip, tüm hesaplarını çarşaf liste üzerine kurdu. Baykalcılar çarşaf listenin olması halinde Kılıçdaroğlu ve ekibinin listesini delerek parti yönetiminde yer bulmayı planlıyor. Kurultaya sunulacak liste konusunda il başkanları arasında da görüş ayrılığı var. İl başkanlarının büyük bir bölümü daha demokratik olduğu gerekçesiyle çarşaf listeden yana tercihini kullanıdığı belirtildi. Bazı il başkanları ise yeni ekibin alacağı karara uyulması gerektiği görüşünü savundu.
Ankara İl Başkanı Ali Yıldızlı da, çarşaf ve blok liste tartışmasına, "Bilemiyorum. Şu an bir şey söyleyemem" diyerek girmek istemedi. Aydın İl Başkanı Tunç Aytur da, "İkisi de olabilir, fark etmez. Genel Merkez ne diyorsa ona uyarız" dedi. Ancak Aytur, Parti Meclisi listesinin uzlaşma ile hazırlanmasını istedi.

Hizipleşmeyi önler
Çarşaf listeyi savunanlar daha demokratik olacağını ve hizipleşmeyi önleyeceğini savunuyor. Manisa İl Başkanı Cahit Kaplan da, "Çarşaf liste olmalı, daha demokratik bir yapı olur" diyerek görüşlerini dile getirdi. Antalya İl başkanı Ahmet Özer Ülken de, çarşaf listenin daha demokratik olacağına işaret ederek, "Daha zengin olur. Partimizde bölünme söz konusu olmaz" diye konuştu.
Çarşaf listenin tercih edilmesini isteyen Ağrı İl Başkanı Bedir Sayan da, "En azından delegelerin iradesi ortaya çıkar. Hizipleşmeyi önler. Orada delegenin demokratik hakkı ortaya çıkar. Delegeler hür bir şekilde iradesini ortaya koyar. Demokratik bir seçim olur. Delege kimi isterse onu seçer. Aksi takdirde delegenin iradesi ortaya çıkmaz" dedi.

haber757@gmail.com

İğrenç, Korkunç ve Bayağı...

EPİLOG
Tersine piramit şeklinde çok büyük bir kuyu düşününüz. İç yüzeyi çok kaygan bir maddeden, içindeki sürüngenler tırmanıp dışarıya çıkamıyor. Yukarıdaki iki metre çapındaki delikten, güçlü projektörlerle aydınlatılmış içine bakıyorsunuz.Yılanlar, çıyanlar, dev akrepler, korkunç zehirli yaratıklar zeminde kıvrım kıvrım cıvıl cıvıl kıvranıyor. Dehşetli bir manzara bu. Bu çukur bir dünya cehennemi.Yılanlar, akrepler, çıyanlar...Alttan yılan sürtünmelerinin hışırtıları geliyor. Çıngıraklı, çıngıraksız yılanlar. Bu kuyuda Papa 6'ncı Aleksandr Borjiya'nın ruh-i habîsinin kokusu var.
MADDELER
1. Ortam çok kirlenmiştir. Bunda şüphe ve tereddüt yok.
2. Tarihî cycle'ların sonuna doğru kirlilik, bulanıklık, çamur, kokuşma, pislik, entrika aşırı derecede çoğalır.
3. Kötülükler, kokuşma, bozukluk arta arta toplum menzil-i maksuduna doğru ilerler.
4. Bunun sonunda cycle'ın kıyameti kopar.
5. Kıyamet o kadar kısa sürmez. Harpler, afetler, felâketler, kıyımlar, akıl almaz işler olur.
6. Sonunda aydınlık görünür. Yeni bir devir başlar. Geriye kaç kişi kaldıysa insanlar nefes alır, huzur bulur, yaralar sarılır, harabeler imar edilir. Bu Altın Çağ yedi veya kırk sene sürer.
7. Tarihî cycle sona ererken, dünya altüst ve tepetaklak olurken; hırsızlık, talan, yalan, dolan, yağmacılık, haram yeme, kara para edinme korkunç boyutlara ulaşır. Onlar "Yarın Kıyamet kopacağını bilsek biz yine malı götürürüz..." derler.
8. İhalelere fesat karıştırma işleri bir kızışır bir kızışır ki sormayın.
9. Yerden dev binalar biter kısa zamanda yükselir yükselir yükselir... Binalara paralel zinalar zinalar zinalar...
10. Hakları yenen saçı bitmedik yetimlerin ağlamalarına türedilerin kahkahaları karışır.
11. Erdemsizler erdem erdem ah erdem diye bağrışır.
12. Yalakalar, yağcılar, paralı övücüler "Goy goy, canım goy goy..." diye ağlaşır.
13. Timsahlar kanlı göz yaşları döker kurbanları için.
14. Köpekler Arşa hırlar dolunay gecelerinde.
15. Ülke bir meyhane-i kübraya döner. Sarhoş kusmukları, öğürtüler, kadehler çın çın çın öter.
16. Yeniçeriler kazan kaldırır, istemezük diye haykırır.
17. Ondört yaşındaki kız oğlan kız bakire hamile kalır. Çocuğun babası belli değil.
18. Hacı beyin canı sıkılır, rahatlamak için Umreye gider. Kabeye tepeden bakan lüks otelde yan gelir yatar.
19. İki sofu çekişir: Benim şeyhim senin şeyhini döver.
20. Alt katta yangın başlamış, üst katta ziyafet.
21. Şeytan fetva verir: Bozuk düzenlerde haram yenir. Ye babam ye!..
22. Pompei sakinleri, Vezüv'ün patlamasından önce vur patlasın çal oynasın keyiflerine bakıyorlardı. Oh kekâh derken ansızın yanardağ duman, yakıcı taş ve kül püskürttü, lav dereleri akıttıydı. Kaçmak istediler kaçamadılar. Müzeyyen evleriyle, altın ve gümüşleriyle, putlarıyla, ziyafetleriyle yandılar.
23. Kulağınızı yere dayayın, homurtular duyacaksınız. Denizin rengi değişiyor. Dipten acayip gazlar fışkırıyormuş. Balıklar bile ürküp kaçıyor...
24. Mardin'deki tarihî medresenin avlusunda tiyatro oynanıyor. Çeşitli kiliselere mensup papazlar, bir de sarıklı cüpheli bir müftü var. Çanlar çılgınca çalıyor, yanında ezan okunuyor madenî sesli hoparlörden. Medresenin havuzunun ortasına tahtadan salaş bir köprü yapılmış. Güya Sırat köprüsünü temsil ediyormuş. Papazlar, müftü mutantan bir şekilde köprüden geçiyor. Çanlar çalıyor, ezanlar okunuyor... (Aynen cereyan etmiştir bu vak'a...)
25. Bayağılık, pespayelik, rezalet, kepazelik, iğrençlik son haddinde. Yamyamlar oynuyor, tam tamlar çalıyor. Köpekler Arş'a hırlıyor, baykuşlar ürpertici çığlıklar atıyor. Şeytanlar ateş dansı oynuyor. Tersine piramit kuyunun içindeki yılanlar, çıyanlar, dev akrepler, bilcümle sürüngenler kıpır kıpır, hışır hışır. Bütün bunların altında bir Vezüv var, vakti gelince patlayacak.
*(İkinci yazı)

BİR KOMPLO TEORİSİ
Dostlarımdan, ismini vermeyeceğim bir zatın son olaylarla ilgili mektubunu aşağıda okuyacaksınız. Patlatılan skandal bombasının çok hesaplı kitaplı bir komplo olduğuna dair tahminlerin doğruluğu, her geçen gün kuvvetleniyor. Baykal harcandı ama asıl harcanmak, yahut güçten düşürülmek istenen AKPartisi ve Başbakandır.
Başta ABD ve İsrail olmak üzere dış güçler Türkiyenin Lozan Protokolları dışına çıkmasına izin vermiyorlar. İçteki işbirlikçileri de var güçleriyle Anayasa tadillerini ve açılımları sabote ediyor.
Dostumun mektubunun metni şudur:
"Yaklaşık 3 ay kadar önce CHP Kadıköy İlçe Teşkilatına kayıtlı bir arkadaşım beni partisine üye olmaya davet etti.Ben kendisine, uzun yıllardan beri Özal çizgisinde olduğumu ve Sn. Deniz Baykal'la bir yere varılamayacağını bildirerek dâveti nazikçe reddettim. Ancak dostum, "İşler senin bildiğin gibi değil, 5 ay CHP kongresinden sonra çooook değişik şeyler olacak ve Sn. Baykal gidecek" dedi. Buna yanıtım, "Hadi canım sen de" olduysa da "Nasıl ve neler olacak?" diye sormadan da duramadım.Daha sonraki günlerde de birkaç defa teyit edilen yanıt çok ilginçti ve o gün için ciddiye almamıştım. Yanıt şuydu: "Sn. Deniz Baykal, kongrede gelişecek bazı olaylar neticesinde Onursal Başkan, K. Kılıçdaroğlu emanetçi başkan olacak, üst yönetim tamamen değişecek, partinin başına 38-39 yaşlarında bir profesör (şu anda yurt dışında) hazırlanıyor. Hattâ Kadıköy'e demir atmış Selami Başkan bile gelecek dönem yok" dedi.
Aradan üç ay geçip, Baykal'ın skandal haberi ve Sarıgül iddiaları ortaya çıkınca, doğrusu başlangıçta pek ciddiye almadığım bu sözleri ciddiye aldım. Hele Sn. Baykal'ın istifa haberini de alınca... İşte benim komplo teorim:
1. AKPARTİ ve bilhassa Sn. R.Tayyip Erdoğan çok kuvvetlendi. Kendisini artık iç dengeler kontrol edemediği gibi dış dengeler de zorlanmaya başladı,
2. AKPARTİ ve Sn. R.Tayyip Erdoğan'ı kolay zapt edebileceğini zannetmiş olan (ve artık gerçeği anlayan) bir büyük "DIŞGÜÇ" olaya el koymaya karar verdi,
3. CHP'ye yepyeni bir misyon yüklenerek, yepyeni bir sol parti olarak lanse edilecek,
4. Bu arada da CHP'nin oylarını düşürmesi mümkün görülen Sarıgül, saçma iddialarla oyun sahasından uzaklaştırılacak,
5. Ve seçimlerde AKPARTİ ve Sn. R. Tayyip Erdoğan oy kaybı ile zayıflatılacak terbiye edilecek ve ondan kendi emelleri doğrultusunda hareket etmesini isteyecek "DIŞGÜÇ"ün eli kuvvetlenecek."
Sorular:
1. Yurt dışında hazırlanan yeni CHPgenel başkanı profesör kimdir?
2. Sabataycı mıdır?Ergenekoncu mudur?
3. Dış güçler ve içteki işbirlikçileri bundan sonra ne gibi bombalar patlatacaklardır?
4. Şu anda Meclis'e girme şansı olan 6 parti vardır, bunların üçü vesayetçi statüko taraftarıdır, üçü ise vesayetsiz gerçek demokrasi istemektedir. Dış güçler ve onlarla işbirliği yapanlar, vesayet karşıtı üç partiyi nasıl eleyeceklerdir?
Ülkemizde gerçekten çok kirli, çok karanlık, çok acayip işler oluyor.
Gerçek ve mecazî mânâda bombalar patlayabilir.
Sahici bombalar atılabilir.
Dosya şeklinde bombalar, derin donduruculardan çıkarılıp ısıtılabilir.
Hatırlıyor musunuz? Ümraniye'de bir gecekonduda bomba, silâh, patlayıcı madde bulunmuştu. Bunların yanında onaltı adet de bomba gibi dosya vardı...
Önümüzdeki seçimlerin neticesinde tek parti iktidar olmazsa mecburen koalisyon yapılacaktır. Ümit ederiz ki, bu koalisyon gerçek demokrasi ve açılım taraftarı partilerden oluşsun.
Arada, AKPartisi kapatılırsa ne olacak?
Bayan Çölaşan mutlaka kapatılacaktır dedi.
ABD,İsrail, Vatikan, Evangelist Haçlılar Türkiye'yi öyle kolay kolay elden kaçırmak istemezler.

haber757@gmail.com

Sinema Meclisi

Sürekli yazıyoruz, çiziyoruz. Özellikle son dönemde popüler kültüre, reyting ve gişe başarısına endekslenen Türk sineması, kalıcı, tarihe iz bırakan, yarını ele alan yapımlar yerine sabun köpüğü filmlerle insanlarımızın karşısına çıkmaya başladı. Sinemayla ilgilenen bir avuç yapımcı, senarist ve oyuncu, gişe başarısı garanti yapımlara yöneldikleri için, sinemanın kendisine ait değerlerini ortaya koyan filmler bir türlü üretilemiyor. İşin tuhaf boyutu, sinemanın içine düştüğü bu açmaz ve kısır döngü konusunda, sinemayla ilgilenen insanlar da fazlaca söz söylemiyorlar, kendilerini eleştirmiyorlar. Bu özeleştirisizlik, kalitesizliği besliyor, yaşanan kısırdöngü bir kirli sarmala dönüşüyor. Uzunca süredir televizyon ekranlarında "Neden doğru dürüst bir sinema programı yok?" diye düşünüyorduk. Zira, sinemayla ilgili varolan programların tamamı, popüler kültürün getirdiği kirli sarmal etrafında dönüp dolaşıyor. Sinemanın kendisine ait sorunları yok mu? Türk sineması bulunduğu nokta itibariyle doğru yerde mi? Türk sinemasını içinde bulunduğu açmazdan kurtarabilmenin metodları nelerdir?
Birkaç haftadır Cine5 ekranlarında özlediğimiz, beklediğimiz türden bir sinema programı ekrana gelmeye başladı. Kadim dostumuz Ali Murat Güven'in hazırladığı sinema programı Sinema Meclisi, sinema ve televizyon üzerinden hayatın konuşulduğu kaliteli tartışma programı konseptiyle ekranlara geliyor. Ali Murat Güven'i bulunduğu her yerle yakından izliyoruz. Özellikle Yenişafak gazetesindeki, sinemanın gerçek sorunlarını ele alan sinema yazılarını keyifle, beğeniyle okuyoruz.
Sinema Meclisi'nde bu hafta, sinema filmleri ve televizyon dizileriyle yaygınlaştırılıp toplumsal algı açısından gitgide "olağan" bir davranış biçimine dönüştürülen "evlilikte sadâkatsizlik" olgusu mercek altına alındı.
Programın stüdyo konukları ise sinema yönetmeni, senarist ve oyuncu Sırrı Süreyya Önder; Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi-sosyal psikolog Prof. Dr. Çiğdem Kâğıtçıbaşı; TRT Çocuk ve Gençlik Programları Bölümü eski müdürü ve aynı zamanda 1975 tarihli özgün "Aşk-ı Memnu" dizisinin de yapımcısı olan Dr. Tekin Özertem; ilâhiyatçı Ali Rıza Demircan; TV dizileri yönetmeni ve senarist Erem Şentürk... Programın hemen başında Ali Murat Güven, özellikle geçtiğimiz günlerde gündeme bomba gibi düşen CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal ile ilgili kasetin oluşturduğu etkileri ve tartışmaları ortaya koyarak, tartışmaya farklı bir perspektif açtı. Diğer yandan, "evlilikte sadakatsizliğin" sembol dizisi olan Aşk-ı Memnu'nun başrol oyuncusu Selçuk Yöntem'in bir televizyon kanalına verdiği mülakat ekranlara getirildi.  Sinema Meclisi'nin konukları, "Evlilikte Sadakatsizlik, Evlilikte İhanet" konusunun, sinemanın en fazla kullanılan materyallerinden olduğunu belirterek, bunun dozajında kullanılması gerektiği, doğru mesajlar verilmesi gerektiği üzerinde birleştiler.
Öncelikle, böyle bir konuyu hiçbir art niyet olmadan gündeme getirdiği için Ali Murat Güven'e teşekkür etmeliyiz. Zira, son dönemde gayri meşru ilişkileri içselleştiren, ahlaksızlığı sıradanlaştıran, kimin eli kimin cebinde belli olmayan hayatları renkli bir kılıfla gözümüzün içine sokuşturan bu tür yapımlar ve konular sebebiyle, toplumsal ahlak kavramı rencide edilmiştir. Bu bir kültür meselesi değildir.... Bu bir ahlak meselesidir.... Ahlak, bu toplumun çimentosudur... Ahlak bu toplumun temel direğidir.... Bu direği yıkmaya yönelik ya da bu direği sarsmaya yönelik her eylem, toplumun çöküşünün temel sebebi olur.
Sinemada veya dizilerde, "ihaneti" ortaya koyarken, üsluba çok dikkat etmek gerekiyor. Eğer bugünkü Aşk-ı Memnu'daki gibi, ihaneti allayıp pullayarak ortaya koyarsanız, ahlak kavramını payimal edersiniz. Ahlak biterse, maalesef toplum biter!

haber757@gmail.com

Saadet Lideri Prof. Dr. Numan Kurtulmuş Viyana’da           binlerce    kişiye hitap etti
'Batı bizim hoşgörümüzü sorgulayamaz'

Saadet Lideri Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, 11 Eylül sonrasında Müslümanlara karşı yürütülen karanlık oyunlar konusunda uyarılarda bulunarak "Siz bu oyunlara gelmeyin. Alnınız açık olsun. Batı dünyasına 'hodri meydan tarihlerimizi ortaya koyalım. Kim daha hoşgörülü görelim' deyin" ifadelerini kullandı.

VİYANA
Saadet Lideri Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, 3. Tuna Festivali nedeniyle bulunduğu Viyana'da binlerce insana konuştu.  Viyana'ya her geldiğinde Türkiyeli vatandaşlarımızı sosyal-siyasal ve ekonomik anlamda daha güç ve temsil kazanmış olarak gördüğünü kaydeden Kurtulmuş, "Bundan dolayı sevinçliyim. İnşallah sonraki dönemlerde daha çok sayıda arkadaşımız belediye meclis üyesi, belediye başkanı hatta milletvekili olacak. Sizin içinizden çıkanlar bakanlık ve başbakanlık yapacak" diye konuştu.

Oyuna gelmeyin
Viyana'daki yurttaşlara, "İslamofobi'ya karşı dikkatli olmaları" çağrısında bulunan Saadet Lideri Kurtulmuş,"İslam'ı terörle ilişkilendirmek ve İslam Peygamberini 'karanlık biri' gibi göstermek için bir takım projeler düzenleniyor. 11 Eylül ve ardından gerçekleştirilen saldırılar neticesinde Müslümanları karalamaya çalışıyorlar" ifadelerini kullandı. Karikatür krizi gibi tezgâhlarla peygamberimizi karalama çabasında olduklarının altını çizen Kurtulmuş, "Siz bu oyunlara gelmeyin. Alnınız açık olsun. Batı dünyasına 'hodri meydan tarihlerimizi ortaya koyalım. Kim daha hoşgörülü görelim' deyin" şeklinde konuştu.

Medeniyet Krizi
Bugünkü batı medeniyetinin artık dünyaya söyleyecek sözünün kalmadığının altını çizen Saadet Lideri Kurtulmuş, "Şu andaki kriz basit bir ekonomik kriz değildir. Bu bir medeniyet krizidir. Bugünkü batı medeniyeti insanlığa adalet, refah, huzur veremeyecek duruma gelmiştir" dedi. Dünyada her geçen dakika bir insanın açlık nedeniyle öldüğüne dikkat çeken Kurtulmuş, "30 yıl önce Afrika'da kimse açlıktan ölmezdi. Sadece Avrupa'daki 1 yıllık dondurma harcamasının onda biri kadar bütçe bile ayrılsa dünyada açlık çeken çocuklar kurtarılmış olacak. Ama Batı bunu yapamaz, yapmaya da niyeti yok" ifadelerini kullandı.

Batı'da paylaşma duygusu yok
Avrupa'nın medeniyet paradigmasında paylaşma, yardımlaşma gibi kavramların olmadığını söyleyen Kurtulmuş, "Artık dünyanın yeni bir sese, bir umuda ihtiyacı var. O ses bizim sesimizdir. O medeniyet bizim medeniyetimizdir" şeklinde konuştu. Kurtulmuş dün sabah da Tuna Nehri kenarında Viyana İslam Federasyonu'nda görev yapan öğrenciler ile kadın ve gençlik kolları üyeleri ile beraber kahvaltı yaptı. Kurtulmuş dün akşam Türkiye saati ile 21.30'da İstanbul'a döndü.

haber757@gmail.com

Şantajın Yönetimsel İşlevi

İktidar olmak öyle bizim anladığımız gibi sandıktan çıkan bir şey olsaydı, her kes kolayca iktidar olurdu. İktidar ya da hükmetme olgusu esas itibari ile muhaliflerini korkutma, sindirme ya da yok etme gerçeğini de içinde barındırır. Bunu gerçekleştirmek için mevzi kapma ve her türlü manevralar iktidarın elindedir. Çünkü devletin ideolojik aygıtlarından olan zor kullanma tekeli devletin ya da siyasi iktidarın elindedir.

Bu ideolojik ana damar hep unutularak, akıl yürütülürken bir demokrasi sahtekârlığıdır sürer gider. Oysa kapitalist bir zümrenin hegemonyası, devletin ideolojik aygıtlarını elinde tutmak için şantaj dâhil her yola başvurur. Bakıldığı zaman formal hukuk geçerli gibi görünse de egemen sınıf bu hukukun tanımını kendisi yaptığı için istediğinde bunu değiştirir.(Anayasa değişikliği)

Kapitalizm ve onun temsil ettiği yönetimlerden, şantajı çıkarın geriye bir şey kalmaz. Şantaj esas itibari ile tehdittir. Korkutmadır. Korkutma ile adam olmayanın hakkı Silivri’dir, v.s.

Hegemonya, onu yaparsan böyle olur, bunu yaparsan şöyle olur der. Aslında toplum hayatı siyasi iktidarların iktidarda kalması için sürekli tehdit altındadır.

Kapitalizm dar bir zümrenin hegemonyasıdır. Halk şu veya bu biçimde bu hegemonyaya karşıdır. Halkın çıkarlarını,  sözünü ettiğimiz zümrenin çıkarlarının üzerinde tutan bir düşünce ya da eylem hegemonya tarafından hemen cezalandırılır.

Kapitalizm ve onun bir ileri safhası olan kâğıt alıp kâğıt satma ekonomisinde şantaj, yalan başköşede durur. Aslında Baykal’a yapılan tehdit ve korkutma(şantaj) halka yapılmaktadır.

Sinen, korkan istifa eden yalnızca Baykal değildir. Biraz halktan yana, ulustan yana, biraz kolektif olandan yana herkesi sindirmeye yöneliktir.

Sistemin kendisi halka karşıdır. Halkı çeşitli yollardan denetim altında tutmak için korku salmayı, korkuyu derinleştirmeyi, insanların üzerinde titrediği namus ve iffeti üzerinden yol yordam yürütmeyi sistemin içinde var sayar.

Kişiler çöplüklerden ekmek toplarken, altın musluklu banyolarda yıkananlar ne kadar ahlaklı ise, sistem de o kadar ahlaklıdır.

Kapitalizmin yapısal sorunu ahlaktır.

Egemen sınıflar ve onların holding medyası, yani tanımlamaya çalıştığım o zümre toptan Baykal’ı linç ediyor. Aslında Baykal düne kadar onlara hizmet ediyordu. Şimdi bir azıcık halkın yanına kaydı diye, linç edecekler.

Linç hangi sistematiğe dayanıyor derseniz. Vatana ihanet edebilirsin ama eşine ihanet edemesin üzerinden yürütülüyor. Oysa tanımlamaya çalıştığım o zümrenin erkeğin erkekle yatması dâhil, her değeri ticarileştiren çirkef iç yüzlerini kendileri de biliyor.

Ahlaktan yanaymış gibi sahtekârlıklarına, sadece dört karılı İslami burjuvazi inanabilir.

Ama halkın nazarında ahlaksızlar ahlak polisi olmayı başarmışlardır.

Kapitalizm “rasyonalite” dediği günden beri ahlak ile ilişkisi yoktur.

haber757@gmail.com

Sözün bittiği yer!..

Köyün birisinde kümese giren ve bir elinde tavuk, diğerinde horoz ve ceplerinde de yumurta ile yakalanan hırsız, mahkeme günü geldiğinde, savunmasını soran hakime, avukatını beklemek istediğini söyler.
Hakim: 'Cürm-ü meşhut halinde yakalanmış, karakolda ve savcılıkta da itiraf etmişsin; avukat bu durumda ne yapacak ki?' deyince: 'Valla ben de ne diyeceğini merak ediyorum, çünkü savunmamı yapmak için beş yüz lira aldı.' der...
Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan görüntülerden sonra, kelimenin tam manasıyla bir 'söz üstadı' olan Deniz Baykal'ın neler söyleyeceği, daha doğrusu neler söyleyebileceği, herkes için merak konusuydu...
Baykal'ı seven ya da sevmeyen hemen herkes, yenilir yutulur bir şey olmayan bu iddia ile alakalı olarak, öncelikle bir yalanlama bekledi.
Görüntüler, herhangi bir şekilde inkarı ve yalanlanmayı mümkün kılmıyor olmalı ki, bu yola başvurmadı Baykal ve ilk günlerde, 'özel hayatın gizliliği' hususunun altını çizerek; 'tam da inançlı kesimlere el uzattıkları anda ortaya çıkan bu durumun, birilerini ürküttükleri manasına geldiği...' şeklinde, aslında ciddi herhangi bir karşılığı olmayan yorumlar yaptı.
Sözkonusu olay meydana çıktıktan sonra, belki artık kamuoyunun karşısına bile çıkmaması; çıkacaksa da, sadece özür beyan ederek istifasını bildirmesi gerekirdi Baykal'ın.
Geçtiğimiz Pazartesi günü kamuoyunun karşısına çıktı Baykal ve olayla alakalı olarak ilgi çekici bazı yorumlarda bulunduktan sonra, istifasını açıkladı.
Olayın hukuk ve ahlak dışı bir tertip olduğunu ve bunu gerçekleştirenlerin sapık oldukları veya ticari kazanç ya da şantaj için değil; ahlaklarına ve vicdanlarına uygun bir siyaset yapmak için düzenlediklerini; meskene tecavüz ve ileri teknoloji kullanımı yoluyla tezgahlanan bu komplonun, iktidar gücü ve olanakları seferber edilmeden bir muhalefet partisi genel başkanına karşı bu kadar fütursuzca icra edilebilmesinin mümkün olmadığını iddia eden Baykal, istifa kararının CHP'yi yeniden tanzim etmek isteyenlere bir imkan tanıyacağını ve aynı zamanda CHP'ye de komployla hesaplaşma fırsatı vereceğini söyledi...
Sözün artık bittiği yerde, vuruşarak çekilmeye çalıştı...
Sözkonusu görüntüler, kim tarafından ve her ne için servis edilmiş olursa olsun, konuyla alakalı olarak savunma sadedinde söylenen ve söylenecek olanların, olayın vehametini azaltma şansı olmadığı çok açık.
Olay, mezhebi aşırı geniş olanlar da dahil, kimsenin hazmedebileceği bir şey değil çünkü...
Görüntüleri kaydedenlerin, servis edebilmek için uygun bir zaman bekleyip, tam da CHP'nin kurultay hazırlıkları yaptığı günlerde yayınlanmasını sağlayanların, savunulacak bir tarafı tabii ki yok. Olayın bu tarafı, Baykal'ın da söylediği gibi, tam bir komplo.
Ancak komploya malzeme olan esas olayın gerçek olması, işleri karıştırıyor...
Belki içerde ve yakın çevrede bulunanlarca, bir şekilde bu zamana kadar da kullanılmış olan eldeki malzemenin, son bir hamle için devreye sokulmuş olması haliyle karşı karşıyayız anlaşılan...
Yaklaşık kırk yıldır siyasetin içinde bulunan ve önemli devlet görevleri de ifa etmiş bir isim olan Baykal'ın, yaşının artık kemale ulaştığı bir zamanda böylesi bir sebeple istifa etmek zorunda kalması, yine de üzücü...
Ne demişler:

haber757@gmail.com

Bilge Köyü’ndeydim

Bilge Köyü katliamının yıldönümünde yapılan programa katılmak üzere Bilge Köyü'ndeydim. Köy Muhtarlığı tarafından düzenlenen anma gününe "Bilge Köyün Bilge İmamı" kitabının yazarı sıfatıyla katıldım. Keşif Yayınları temsilcisi Ferit Kavi de benimle birlikte idi. Mardin'den emekli öğretmen Cemil Çaktır Ağabey, minibüsü, hanımı ve kızı ile birlikte bize refakat ediyor. Cemil Ağabey kaptanlığımızı yaparken, Saadet Partisi Mardin Merkez İlçe Başkanı Basri Durmaz Bey de rehberliğimizi yapıyor.
Bilge Köyü'ne girerken iki önemli değişiklik hemen dikkatimizi çekiyor. Birincisi, köyün girişinde ve sol tarafında bulunan mezarlığı önceden tellerle çevrili iken; şimdi kesme taştan ihata duvarı yapılmış. Mezarlar ise mermer sanduka içine alınmış. Bir hayırsever tarafından yaptırılmış bu duvarlar, köye farklı bir görünüm kazandırmış. İkincisi, köyün girişine ve en güzel yerine de bir ilköğretim okulu inşa edilmiş. Parke döşeli bahçesi, çocuklar için oyun yerleri, ihata duvarı, pembe boyası, köyün tek kiremitli binası olarak çatısı ve kibar derslikleri ile o kadar güzel olmuş ki... Okul, fiziki olarak, köyün çehresini değiştirmiş.
Buraya kadar gelip de okulu ve Sadık öğretmeni ziyaret etmemek olur mu? Okulun girişinde bizi, güler yüzüyle, Öğretmen Sadık Akbulut karşılıyor. "Hayırlı olsun!" dileklerimizi iletiyoruz. Bize okulu gezdiriyor. 15 öğrencinin ders gördüğü bir sınıfa giriyor, öğrencilerle tanışıyoruz. Ne kadar da sevimli çocuklar! Yeni okullarında mutlular!.  Çünkü önceden, çamurlu yollardan geçerek, 1 km kadar uzaklıkta ve köyün ilk yerleşim yerindeki eski okullarına gidiyorlardı. Şimdi bu sıkıntıdan kurtulmuşlar. Ziyaret ettiğimiz sınıfta bulunan 12 öğrencinin hepsi "Çelebi" soyadlı. Ancak, 3 öğrencinin mevcut olmadığını öğreniyoruz. Ana sınıfı ile birlikte, 3 derslikte 24 öğrenci okuyor. Katliam öncesi 49 öğrenci varmış Bilge Köyü İlköğretim Okulu'nda.
Okulun bir dersliği bilgisayar odası olarak ayrılmış. 7 adet bilgisayarları var. Bir derslik de kütüphane ve okuma odası olarak kullanılıyor. Okuma odasının duvarında bilgisayarla yazılmış şu güzel sözler dikkatimi çekiyor: "Kitap en iyi arkadaştır." , "Okumayan insan, yaşayan ölü gibidir." Ana sınıfının dizaynı da oldukça güzeldi.
Sadık Akbulut'a "Öğrenciler yaşadıkları travmanın etkisinden kurtulabildiler mi?" diye soruyorum. "Hocam" diyor, "Çocuklarda problem yok. Uyguladığımız rehabilitasyon ve diğer eğitimlerimiz etkili oldu. Asıl problem büyüklerde." Halkın çoğu kendilerini, dünya başlarına çökmüş gibi hissediyor. Hayata küskün gibiler. Halkın da rehabilite edilmesi, psikoloji ve pedagoji uzmanlarının bu konu için de görevlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ölenler unutulmadı
Katliamda ölenler, olayın yıldönümü münasebetiyle kabirleri başında ziyaret edildi. Kur'an okundu, dualar edildi. Öğleden sonra başlayan programa Mazıdağı Kaymakamı Serdar Kaya, İlçe Müftüsü Selahaddin Yılmaz, Mardin, Mazıdağı ve çevre köylerden çok sayıda misafir katıldı. Bilge Köyü, büyük bir garaj görüntüsüne büründü. Ayrıca, katliamda şehit düşen İmam Hacı Kazım Ozan'ın babası İzzet Ozan, annesi Neriman Hanım ve amcası Ramazan Bey de programa katılanlar arasındaydı. Programın emniyeti için geniş güvenlik tedbirleri alınmıştı.
Programda 45 dakika kadar bir konuşma yaptım. "Bilge Köyü'nün çetin bir imtihandan geçtiğini, bundan sonra da birlik ve kardeşliklerini devam ettirmeleri gerektiğini, çocuklarının eğitimine önem verip onların hem mesleki, hem de dini eğitimlerini tamamlamak için çalışmalarını, birbirini kırmayan, incitmeyen olgun insanlar olarak yaşamalarını" tavsiye ettim. "Allah yeni acılar göstermesin" dualarında bulundum. "Önlerinde Hacı Kazım Ozan gibi örnek ve model bir hocanın bulunduğunu, onun mücadelesinin devam ettirilmesini, hayatta iken söylediklerinin dikkate alınmasını, manevi değerleri ölçü aldıkça her türlü sıkıntının üstesinden gelebileceklerini" anlattım.
İlçe Müftüsü Selahaddin Yılmaz da "44 kişinin mazlum olarak öldürüldüğünü; terör, şiddet, öldürme gibi olayları İslam dininin kesin olarak yasakladığını" söyleyerek ölenlere rahmet diledi. Okunan Kur'an, Mevlid ve ilahilerden sonra dua edildi. Bütün misafirlere yemek ikramı yapıldı.
Benzeri çok az görülen bir acıyı yaşayan insanlarla birlikte olmak beni çok mutlu etti. Kardeşlerimiz, yalnız olmadıklarını gördüler. Memnuniyetlerini ifade ettiler.
Allah'a şükür, Mardin ilimizde terör yok. Ancak, bazı köylerde çeşitli sebeplerle oluşan anlaşmazlıklar, rekabet ve husumetler olduğunu öğrendim. Bu sosyal yaranın tedavisinin maneviyat olduğunu düşünüyorum. Bu konuda, Diyanet İşleri Başkanlığı, Müftülükler aracılığıyla bir proje geliştirip, dargınlık ve husumetlerin sona erdirilmesi için ciddi bir program uygulamasının zaruret haline geldiğine inanıyorum. İnsanların birbirini sevmesi ve kaynaşması için İslam dininden daha güçlü bir reçete yok. Her yerde olduğu gibi, Doğu ve Güneydoğu'daki problemlerin çözümünde en etkili ilaç "İslam kardeşliği"dir.

haber757@gmail.com

Balyoz gösterilip çekiçle yamultuluyoruz

Öğretmenlik, Emniyet Müdürlüğü, Milletvekilliği, Ankara Valiliği ve Belediye Başkanlığı yaparak devletin her kademesinde bulunduğundan devletin ne olup ne olmadığını çok iyi bilen Nevzat Tandoğan  (1894-1946 İntihar ettiği söylenir)  Osman Yüksel Serdengeçti merhumu (1917-1983) makamına çağırır ve "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz.
Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek." dediği söylenir ve yazılır durur.
Ama günümüzde hakimiyeti kayıtsız şartsız elinde tutan bu millet, şimdilerde yalnız çiftçilik yapıp askere giderek görevini yapmakla yetinmiyor.
Devletin çizdiği dairenin dışına çıkmamak kaydıyla köşe yazarlığı yapabilir, roman, hikaye, deneme, tarih kitabı yazabilir.
Müftü, vaiz, imam, müezzin olabilir ama kendisine çizilen sınırı aşmamak kaydıyla.
Beynine yazılan dost ve düşman ülkelerden ve insanlardan dilediğini fazlaca sevebilir dilediğine fazlaca kızabilir.
Ticarete ve sanayiye girer yine de çocukken beynine yazılanları hiç unutmadan dost ve düşmana göre davranarak görevini yerine getirir.
Sabahleyin kalkıp dairede veya kahvehanede ne konuşacağımızı o belirler, gazetelerde onu duyurur ve saat sekizden beşe kadar dairelerde onun istediği konuşulur.
Zaten okula hangi saatte gideceğimizi, ne giyeceğimizi o belirler.
Bizim kafamızı yormaya gerek yok.
Ne yiyeceğimizi maaşı kısarak yine o belirler.
Kıyafetimizi, traşımızı, başörtümüzü onlar belirlerler.
Vergileri büyüklerimiz belirlerler, memur ve işçi ücretlerini yine büyüklerimiz belirlerler.
Hakimiyeti kayıtsız şartsız elinde tutan esnafımız, memur ve işçiye verilen zammın çokluğundan şikayet ederken, memur ve işçimiz de esnafa kesilen verginin azlığından şikayet eder ve hakimiyeti kayıtsız şartsız elinde tutan milletimiz de bu belirlenenleri istese de istemese de tutar.
Sağcımız da solcumuz da hangi günün bayram olacağını, bayrama hangi saatte çıkılacağını, hangi sınırları dışarı çıkmadan bayram yapacağımızı belirler.
Köşe yazarları, meyhane sohbetleri, kahvehane dedikoduları, arkadaşlar arası laflaşmalar, telefonlaşmalar hepsi gündem üzerine.
Hani İsrail ile Amerika bize son model savaş uçakları satarken uçağın beynine dost ve düşman ülkeleri yazarmış.
O satın alınan uçağın füzesinin yönünü İsrail'e çevrildiğinde füze, otomatik olarak yönünü İran'a çevirirmiş.
Veya uçağın yönünü Yunan'a çevirdiğinde o yine otomatik olarak Suriye'ye çevrilirmiş.
Pilot da dikkatsiz olursa düşman yerine dost ülkeyi vurur ve görevi yerine getirmenin huzuruyla üssüne geri dönermiş.
"O kadar da değil" demeyin.
Ruslar, Afganistan'ı işgal ettiğinde akın akın Afgan cihadına katılanlar, şimdilerde Afganistan'ı savunan insanları "Terörist" ilan etmenin, orayı işgal eden Amerika'ya yardım etmenin kıvancını yaşıyorlar ve akşam olunca üsleri olan evlerine huzur içinde giriyorlar.
Camilerde, sinemalarda, spor salonlarında Çeçenistan için yardım toplayan, dağ komandosu gibi giyinip Çeçen mücahitlere yardıma koşan mücahitlerimiz, yedi yıldır evlerinde huzur içinde kokuşmaya devam ediyorlar.
Beynimize takılan çiplerle Irak, gündemimizden ırak tutuluyor.
Çünkü beynimize "Dost" diye yazılan Amerika, Irak'ın arkasında değil göbeğinde oturuyor ve bizler de o Irak'lı direnişçi kardeşlerimizi terörist ilan etmede yarışıyoruz.
Afganistan da yazılardan, sohbetlerden uzak tutuluyor.
Çünkü Afganistan'ın bağırsaklarından aşağıya doğru Amerika yol alıyor.
Mesela bu Pazartesi günü akşama kadar bize çizilen çizginin dışına çıkalım ve Fil/Elem tera suresinin manasını evlerde, dairelerde, kışlalarda, karakollarda, gazetelerde, kahvehanelerde, üniversitelerde, edebi sohbetlerde bu sureyi konuşalım.
Bu sureyi ezbere bilmeyenlerimiz ezberlesinler.
Manası ile günümüzü yorumlasınlar.
Anladık da edebi sohbetlerde nasıl konuşacağız?
Hersekli Arif Hikmet beyin:
"Olma isyana çeri' kuvvet ile fil gibi
Düşmanı hakka hücum eyle Ebabil gibi"
Yani "Fil gibi kuvvete güvenerek, Allah'a isyana cesaret edip yürüme. Sen, Hak düşmanlarına karşı Ebabil gibi hücum eyle" anlamındaki şiiri üzerine konuşunuz

haber757@gmail.com

Onların Kendi Büyükleri Müslümanların Büyükleri

Ermenilerin ünlü bir millî kahramanları vardır, Antranik Paşa... Onlara göre kahraman, biz Müslümanlara ve Türklere göre kan dökücü bir zalim. Bu zat öylesine bir Osmanlı, Türk, Müslüman düşmanıydı ki, 1912 Balkan harbinde Bulgar ordusu saflarında gönüllü olarak çarpışmıştır.
Fransız filozofu Pascal "Pirenelerin (Fransa ile İspanya'yı ayıran dağ silsilesi)bir tarafında kahraman, öbür tarafında haydut..." demiş...
Barbaros benim gözümde büyük bir Müslüman, büyük bir denizci, büyük bir devlet adamıdır. Onu bir de İtalyanlara, İspanyollara, Haçlılara sorunuz. Yerin dibine batırırlar.
Ben bir Müslüman olarak İslâm ve Müslüman düşmanı bir kimseyi sevebilir miyim?
Marksistlerin gözünde kahraman olan kişi benim gözümde değildir.
Yakın tarihimizde İslâm'a saldırmış, Müslümanları ezmiş, İslâm medeniyet, kültür ve kimliğini yıkmaya uğraşmış, Müslümanların temel haklarını ihlâl etmiş "büyükler" vardır.Onlar elbette benim büyüğüm değildir.
Sabataycılar Sabatay Sevi'yi göklere çıkartır, tanrılaştırır. Bu onların inancıdır, benim değil.
Benim ak dediğime onlar kara der, onların ak dediğine de ben kara derim.
Türkiye'de İslâm'a ve Müslümanlara karşı açık veya gizli savaşan saldırgan zorba bir azınlık var, dediğimiz dedik diyorlar, kendi sevdiklerini, çoğunluktaki Müslümanlara da sevdirmek istiyorlar.
İslâm'ın temel kurallarından biri şudur: Allah için sevmek, Allah için buğz etmek. Bir Müslüman:
Allah düşmanını,
Peygamber düşmanını,
Kur'ân düşmanını,
Şeriat düşmanını sevemez.
Severse dinden çıkmış, mürted olmuş olur.
Peki bu saldırgan azgınlığın baskıları doğru mudur, hak mıdır?Kesinlikle değildir. Çünkü onların yaptığı din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetine aykırıdır.
İdeoloji için din hürriyetini kısıtlamak vahim bir insan hakları ihlâlidir.
İnançları, ibadetleri, dinlerine uygun yaşayışları yüzünden insanları ezmek, insanları sindirmek, insanları zindana atmak büyük bir zulümdür.
Lenin, Stalin, Mao bir marksistin inancına göre büyük ve değerli olabilir. Bir Müslümana göre asla değerli, saygın, sevgi ve hürmete layık kişiler değildir onlar.
Menfi olarak önemli işler yapmış olabilirler ama bu, onları sevmem ve beğenmem için yeterli değildir.
Biz Müslümanlar (en azından olgun olanları) dinsizlerin putlaştırdıkları büyüklerine çatmayız. Fitne ve fesat çıkartmaktan kaçınırız. Lakin onlar bizim üzerimize gelmişler ve geliyorlar.
Hem tolerans diyorlar, hem de kendileri gibi inanmayan çoğunluğa ağır baskılar ve diretmeler yapıyorlar.
Kendi büyüklerini, kendi sevdiklerini göklere çıkartıyor, Müslüman çoğunluğun sevdiklerini ve beğendiklerini yerin yedi kat dibine batırıyorlar.
Bu diretmeci, yasakçı, tabucu, baskıcı, saldırgan azınlık kimlerden oluşuyor?
Bir kısım Sabataycılardan,
Bir kısım Kripto Ermenilerden,
Kendilerini Alevî gibi gösteren bir kısım Yahudilerden...
Tek kimlikli Yahudileri, tek kimlikli Ermenileri, tek kimlikli Alevî vatandaşlarımı tenzih ediyorum. Yukarıdaki satırlarla onları kasd etmiş değilim. Bendeniz Alevîleri farklı Müslümanlar olarak kabul ederim.
Bugün Alevî postuna bürünmüş Yahudiler vardır. Bunların bir kısmı Türkiye'den İsrail'e göç etmişlerdir. Her yıl yurdumuza gelmekte, birtakım ziyaretgahları dolaşmaktadırlar.
Bana inanmayanlar /alevi Yahudiler/ kelimeleriyle arasınlar, hayli bilgi ve malzeme bulacaklardır. Birkaç yıl önce Aksiyon dergisinde yayınlanmış araştırmayı mutlaka okumalarını tavsiye ederim.
Onlar Sünnîlerin içine sızar da, Alevîlerin sızmaz mı? Bilenlere sorun, son bir asırlık Türkiye komünizminin önderleri genellikle hep Kripto Yahudi veya Sabataycıdır.
Onların gayesi ülkemizi ikinci bir İsrail yapmaktır.
Onların kendi büyükleri onların olsun, bize karışmasınlar.Biz onlara kendi büyüklerimizi sevmeleri için baskı yapmıyoruz. Onlar da bize yapmasınlar.
Yüzde bir, bilemediniz yüzde iki bir azınlık daha ne kadar büyük çoğunluğa baskı yapacak, terör estirecek, Müslüman halkın temel hak ve haysiyetlerini ayaklar altına alacaktır?
* (İkinci yazı)

Dünya Sarhoşları
Siz dünya sarhoşu oldunuz.
Çeşit çeşit riyasetler aklınızı başınızdan aldı, sizi sarhoş etti. Elinize geçen efsanevî haram mallar sizi sarhoş etti.
Ünler alkışlar sizi sarhoş etti.
Övgüler sizi sarhoş etti.
Dünya sarhoşu, şu veya bu riyaset sarhoşu, zenginlik sarhoşu, ün alkış sarhoşu oldunuz ve kendinizi kaybettiniz.
Rakı, şarap, votka sarhoşu içer içer sızar bir müddet sonra ayılır. Sizin ayılmanız çok zor.
Baş ol da isterse soğan başı olsun demişler.
Eski padişahlar ne kadar akıllıymış. Kendi paralarıyla, alayla geçecekleri sokaklara adamlar koydurur "Padişahım mağrur olma. Senden büyük Allah var!.." diye bağırtırlarmış.
Nice padişah tahtına ve erikesine (koltuğuna) lök gibi oturmamış, ilişmiştir sadece.
Fatih Sultan Mehmed han hazretleri genç yaşında İstanbul'u aldığında atına binmiş, etrafında şeyhi Akşemseddin, vezirleri, kumandanları, erkân-ı devlet Ayasofyaya doğru ilerliyor. Meydana gelince atından inmiş, yerden bir avuç toprak almış, başından aşağı dökmüş. Gururlanmamak, kibirlenmemek için. O zaman henüz 23 yaşında idi.
Dünya yaman şaraptır, içeni mest eder, bed-mest eder, ser-hoş eder.
Ey ayıklar!.. Sizi tebrik ediyorum.
Ey dünya riyasetlerine, mallarına meftun olmayanlar, hezar ahsente size.

haber757@gmail.com

Tuz koktu


Olayı neresinden kavramaya çalışsanız elinizde kalıyor. Üzerinde konuşmak bile moralinizi bozmaya yetip artıyor.
Hayır, etin değil tuzun koktuğu yerden bahsediyorum. Bir ülkede vakaların sayısal çoğunluğu değildir asıl korkulacak olan, asıl vakaların oluş biçimi ve korkunçluğudur kaygılanılması gereken.
Önce Pervari'de sonra Manisa'dan arda arda insanın kanını donduracak haberler düştü gazetelere.
Böyle haberlerin yalan olmasını ne kadar çok istiyor insan.
Henüz masumiyet çağını yaşayan çocukların kendileri gibi çocuk yaşta çocuklara hatta 2-3 yaşında bebelere kadar tecavüze kalkmaları ve bebelerden birini gözlerini kırpmadan öldürmelerini neyle izah edebiliriz?
Ya bir sürü yaşını başını almış adamın çocukların üzerlerine salyalarla gitmelerine ne demeli?
Memleketin hangi sorunu bu olaydan daha önemlidir sizce?
Ekonomi mi, anayasa değişikliği mi, terör mü?
Anlatılabilir, tahlil edilebilir, yüksek sesle konuşulabilir bir tarafını görebiliyor musunuz? Belki de bu yüzden bu güne dek saklanmış bütün bu olaylar.
Suçluları korumaktan ziyade mağdurları ve itibarları korumak için bugünlere kadar dışarıya vurulmamış.
Onlarca kişinin katıldığı insanlık dışı her iki olayda da bu kadar zaman geçmesine rağmen hiç kimsenin bu olaylara katılanları gerekli mercilere haber vermemesi vakanın dehşetini bir kat daha artırıyor.
Hızlı bir kokuşmanın habercisi olan bu tür haberler devlet ve millet olarak teyakkuza geçmemizi gerekli kılıyor.
Aileler ne yazık ki çocuklarıyla onların gelişim seyirlerine uygun şeklide ilgilenmekten çok uzak.
Sadece metropollerde değil aynı zamanda taşrada da çocuklar sokakların ve internet ortamlarının insafına terk edilmiş durumda. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çocuk suçlarının son zamanlarda bu denli artmış olması oldukça düşündürücüdür.
Çocukların yaşadıkları boşluk, gençlerinkinden çok daha derin olmalıdır ki böylesine korkunç olaylara tanık olabiliyoruz.
Şiddetin kuşkusuz değişik psikososyal-ekonomik ya da kültürel sebepleri olabilir. Bu sebeplerin hepsi normal seyrinde rastlanabilecek şiddet kökenli davranışlar içindir herhalde. Ortaokul seviyesinde bir çocuğun bir bebeği işkenceyle öldürmeye kalkması şiddet kelimesinden çok daha fazla bir şeydir.
Çocukların kendi çocukluk çitlerinin sınırlarını fazlasıyla aşarak bu denli kanımızı donduracak olayın failleri olmaları kolay kolay hazmedebileceğimiz bir durum değildir. Yaklaşık bir yıl evvel meydana gelen bu olay elbette tek başına ne Siirt'le ne de Manisa'yla ilgili bir mesele değildir.
Aile ve okulun çocukların ve gençlerin yaşadıkları boşluk ve çöküntü karşısında yapacakları çok şeyler vardır. Üzerinden bir senenin geçmiş olması olayın vahametini ortadan kaldırmaz.
Suçlu çocuklara ceza vermek de tek başına bu tür vakaların bir daha olmayacağının garantisi değildir.
Bu başıbozukluk, ciddiyetsizlik ve emanete ihanet şebekeleri nasıl filizlenip örgütlenerek kendilerine her gün yeni yeni ihmal kurbanları bulup varlıklarını devam ettirebiliyor ve üstelik yataklarında rahatça uyuyabiliyorlar.
Çocukları bu denli fıtratlarından kopararak hiç de doğalarının müsaade etmeyeceği bir çağda tanınmaz korkunç bir yaratık haline dönüştüren çarkçı başları saklandıkları yerden bir an önce çıksınlar.

haber757@gmail.com

Çocuklara kıymayın efendiler!


İki yıl evveline kadar iyi bir Anadolu lisesine girebilmek için öğrenciler İlköğretim son sınıfta OKS adı verilen bir sınavdan geçiyorlardı. Öğrencilerin bu ağır sınav yükü altında ezildikleri, çocukluklarını doğru düzgün yaşayamadıkları hakkında genel bir kanaat oluştuğu için Milli Eğitim Bakanlığı iki sene evvel bu duruma çözüm olmak üzere OKS'yi kaldırma kararı aldı. Tam çocuklar artık rahat bir nefes alabilecek, dershane yüküyle velilerin bütçeleri zorlanmayacak diye sevinirken bakanlık son seneye yığılan yükü üç seneye bölüşmek adıyla SBS sınav sistemini yürürlüğe koydu. Dershane yükü hafiflemek yerine tam tersi üç katına çıktı. Öğrencilerin sınav kaygısı, gelecek endişesi neredeyse önceki ÖKS sistemini aratır hale geldi. Şimdi öğrencisiyle, velisiyle eğitimcisiyle herkes bir kat daha mutsuz. İyi bir Anadolu Lisesi kazanabilmek için çocuklar 6.sınıftan itibaren liselilerin ÖSS koşusuna denk bir koşuya hazırlanmakta, neredeyse yemeden içmeden kesilmekteler. Okul başarısının SBS'ye etkisi velileri keyfiyetten ziyade kemiyete, daha yüksek not telaşına sürüklemekte, bazı eğitimciler de bu zafiyeti ekonomiye tahvil ederek kendilerine yeni yeni avantajlı durumlar oluşturabilmekteler.
Elbette eğitim ve öğretimin piyasası yeni bir şey değil, dün de vardı; fakat bugünkü durum eğitim ve öğretimin neredeyse bir piyasaya dönüştüğünü göstermektedir. Mevcudu daha kaliteli hale getirmek varken, mevcudun dışında yeni cazibe ortamları oluşturmak bu pazarın en müessir tahrik unsuru.
Eğitimin cazibe merkezlerinde yer alabilmek için yüksek atlamaları, alçak sürünmeleri, düz duvara tırmanmaları en üst derecede başarıyla geçmek gerekiyor. Sınava çocuklar her ne kadar tek başına kendileri giriyor gibi görünse de gerçekte başta anne baba olmak üzere bütün aile bireyleri ile birlikte girmektedir. Kazandığında tüm aile kazanmış, kaybettiğinde yine tüm aile kaybetmiştir.
Acaba mevcudu daha kaliteli hale getirmek bu kadar zor mu? Her okul ( Lise) standartlarını geliştirip, koşullarını iyileştirdiğinde (bunun bir yolu da öğrenciyi okul standardına uyumlu hale getirmektir) çocukluk bahçesini pentatlon sahasına dönüştürmeye gerek kalmayacaktır.
Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığı SBS ile ilgili velilerden gelen şikâyetleri dikkate alarak yeni bir düzenleme için neler yapmak gerektiğini tartışmaya açtı. Bunun için öğretmen, öğrenci ve velilere yönelik bir anket hazırladı.
Bu anket SBS sınavının çocukları, psikolojik, sosyal ve eğitimsel yönden ne derece olumu ya da olumsuz etkilediğini ortaya çıkarmayı hedefliyor. Her şeyden evvel şunu söyleyebiliriz ki bakanlığın SBS üzerinde bir kere daha ciddiyetle düşünmüş olması önemli ve hayırlı bir teşebbüstür. Zira başarmak uğruna çocuklara gösterdiğimiz hedef çocukların doğuştan sahip olduklardı birçok şeyi kaybetmeleriyle de neticelenebilir. Doğuştan sahip olunan(doğal ve fıtri olan) şeyler sonradan kazanılan şeylerden çok daha lüzumlu ve kıymetlidir.
Ankette yer alan sorulardan bir tanesi İlköğretim okullarının verimliliğini de tartışmaya açıyor. Soru şu: Sizce SBS'ye hazırlık amacıyla okulda verilen eğitimin yanı sıra dershane, etüt merkezi, özel ders gibi diğer yollara başvurulmasının nedenleri nedir?
Bu sorunun cevabını eşit parçalara ayırarak vermek daha uygun olur. Buna göre, ilk söylenmesi gereken İlköğretim okulları sekiz yıllık kesintisiz dayatmacı eğitimin açmazlarıyla yeni yeni tanışmış olduğu gerçeğidir. Okullarımız fiziki ortamı güzelleştirmek için harcadıkları enerjiyi öğrenci düzeyi, performans ve eğitim kalitesi için harcamış olsalardı bugünkü sorunların birçoğu kesinlikle olmazdı. Yeni sıra yeni masa, projeksiyon makinesi, akıllı tahta, otuz kişilik havadar sınıflar ve bir sürü cila için imaj ve gösterişe dayanan gayret birazcık gittikçe müzminleşen sınıf yönetimi sorununa, öğrencilerin anlama ve motivasyon problemlerine, metotlu, planlı ve hedefli eğitim anlayışına ayrılmış olsa eğitim manzarasının bugünkünden farklı olacağı aşikardır. Toplam kalite yöntemleri teoride kalmayıp bilfiil uygulamaya konuşmuş olsa dershanelerden medet umma dönemi de kendiliğinden kapanmış olacaktır. İlköğretim'deki eksikler dershanelerin doğuş sebebidir. İlköğretimler neredeyse öğretime dair bu durumu kanıksamış gibidirler. Öğrenciler okul dışı kurs mekânlarına koşullar gereği mecbur bırakıldıkları kadar, sürüklenip, iteklenmektedirler de. Kimi zaman okulun yanı sıra öğrencilere takviye amaçlı kurs programları yapay koşullar oluşturularak verilmektedir. Bütün bu gayretlerin vardığı sonuç ve insanlarda oluşturmak istediği kanaat şudur: "Dershaneye gitmeden olmaz, özel ders almadan olmaz, takviyesiz mümkün değil!"
Ankette yer alan dikkat çekici sorulardan biri de SBS sınavının oluşturduğu öğretmen-öğrenci-veli arasındaki trafikle ilgili. "SBS'nin öğretmen-öğrenci-veli-okul ilişkileri üzerinde ne tür etkilere yol açtığını düşünüyorsunuz?" Hemen söyleyelim: Bu sınav veliler arasında çocuklarının istikbali için öğretmeni etkileme ve buna dayalı olarak not devşirime yarışını hızlandırmıştır. Notu itibari değer olmaktan çıkarıp asli değere dönüştürmüş, bilgi ve kültürü asli değer olmaktan çıkararak itibari değer haline getirmiştir. Soyut değerler ve sınava konu olmayacak milli ve manevi hususların neredeyse itibari anlamda dahi bir hükmü kalkmamıştır. Çocuklarımız daha sağlıklı bir genç olma imkânlarından mahrum konum ve zeminde yetişmektedir. Not kavgasında öğretmen hep köşeye sıkıştırılmış durumdadır. Adaletli davranmakla piyasaya uymak arasında bir yerde mücadele vermektedir.  SBS okullardaki kuru bilgi düzeyini geliştirirken düşünen, yorumlayan, duygulanan, belli bir sosyalite içersinde paylaşabilen insan olabilme özelliklerini es geçmiş ya da hızlıca tüketmiştir.
Çözüm, çocukları kendi doğalarından koparmadan onlara bilmeleri gerektiği kadar bilgiyi vermekten geçmektedir. Oyun vakitlerini onlardan çalarak çocukları ancak mutsuz bir gençliğe ya da yetişkinliğe hazırlamış oluruz. Çocuklar için okul ve okul dışı diye iki ana mekân vardır. Okul bahçenin güzelliklerini ve renklerini öğreten yerdir. Okul dışı ise koskocaman devasa bir bahçedir. Bırakın çocuklar bu bahçede hiçbir soruyu doğru cevaplamasalar bile serazat dolaşsınlar.

haber757@gmail.com

Başörtüsü Düşmanlarına On Bir Tokat

Onlar bir kere söylediler, yazdılar, biz de bin birinci defa yazalım:
Birinci tokat: Dünyanın bütün (evet bütün) demokrat, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, insan haklarına bağlı ve saygılı medenî ülkesinin üniversitelerinde başörtüsü serbesttir.
İkinci tokat: Lâikliğin ana vatanı olan Fransa'da da serbesttir. (Orada başörtüsü yasağı, insan haklarına aykırı olarak sadece resmî devlet liselerinde vardır.Özel liselerde yoktur.)
Üçüncü tokat: Demokrasinin vatanı olan İngiltere'de, başörtüsü ilkokullarda bile serbesttir.
Dördüncü tokat: Bütün erginlik yaşına gelmiş İslâm kadın ve kızlarının tesettüre girmesi farzdır. Bu farz Kur'ân, Sünnet ve icmâ-i ümmet ile sabittir. Ankara Diyanet İşleri Başkanlığının, tesettürün farz olduğuna dair iki resmî fetvası bulunmaktadır.
Beşinci tokat: Ülkemizdeki başörtüsü yasakları insan haklarına, demokrasiye, eşitliğe, adalete aykırıdır.
Altıncı tokat: Köleliğin en çirkini ve utandırıcısı, üzerinde TC resmî anteti bulunan "Vesikalarla" fahişelik yapmaktır. Maalesef ülkemizdeki düzen buna izin vermekte, genelevlerin kapısında polis bekletmekte, fuhuştan KDV ve kazanç vergisi almakta, bu vergiyi bütçesine katmaktadır.
Yedinci tokat: Devletimiz "Kadınlara fahişelik yapma iznini vermeyeceğine dair" uluslararası KadınHakları Sözleşmesine imza koymuş bulunmaktadır.
Sekizinci tokat: Demokrasinin beşiği olan İngiltere'nin okul ve üniversitelerinde serbest olan başörtüsünün Türkiye'de yasak olması gülünçtür, rezalettir, traji-komedidir.
Dokuzuncu tokat: Ülkemizdeki başörtüsü yasağını aklın, vicdanın, insafın, insan haklarının, eşitlik prensibinin, adaletin ışığında doğru bulmanın ve savunmanın imkânı yoktur.
Onuncu tokat: Başörtüsü yasağı din ve inanç hürriyetine aykırıdır. İnandığı gibi yaşamak hürriyetini engellemektedir. Toplumsal barışı ve mutabakatı dinamitlemektedir. Bu yasağı haklı gösterecek bir tek (tekrar ediyorum bir tek) geçerli gerekçe yoktur.Haksız bir diretmeden, despotluktan ibarettir.
Onbirinci tokat: Bu yasak lâikliğe aykırıdır. Başörtüsü lâikliğe aykırı olsaydı, lâik Fransa'nın üniversitelerinde yasaklanırdı.
Yukarıda tokat şeklinde onbir madde zikr ettim. Aklın, vicdanın, bilgeliğin, mantığın, insafın, adaletin ışığında bunları çürütmek mümkün değildir.
İsmet Paşa başörtüsüne karşıymış...
Başörtüsü filan veya falan ideolojiyle çatışıyormuş...
Dinsiz bir ilâhiyatçıKur'ânda başörtüsü yoktur demiş...
Çıplaklık uygarlıkmış, tesettür gerilikmiş...
Yahu bunlar gibi saçma sapan mavallar ve iddialarla siz tezinizi ispat ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Gülünç olmaktan, hokkabazlıktan, maskaralıktan vaz geçin artık. Ciddî gerekçeleriniz varsa onları ortaya sürün.
Gelecekte ne olacak?.. İngiltere'de olduğu gibi, Müslüman Türkiye'de de okullarda ve üniversitelerde eşitlik olacak, isteyen başını örtecek, isteyen açık olarak okuyacaktır.
Bunu kimse önleyemeyecektir.
Düzen fahişeliğe resmî vesika verecek, kapısında polis bekletip vergi alacak; Müslüman kızlar başörtüsü ile okuyamayacak...Yağma yok baylar, yağma yok bayanlar!..
* (İkinci yazı)

Halk Dedikodu ve Polemik Bağımlısı Oldu
Büyük gazeteler ve televizyonlar halkı dedikodu bağımlısı yaptı. Polemiklere halk bayılıyor. İki politikacı, iki yazar, iki ünlü kişi şiddetli bir ağız dalaşına başlayınca nefesler kesiliyor, herkes pür-dikkat takip ediyor.
Büyük Millet Meclisi'nde rutin çalışmalar kimsenin dikkatini çekmiyor. Günün birinde Meclis çatısı altında bir yumruklaşma, bir küfürleşme olunca medyada yer yerinden oynuyor, milyonlarca vatandaşa haber veriliyor.
Meclis'in, rutin dediğimiz çalışmaları mı daha önemlidir, yoksa arada bir çıkan kavga gürültüler mi?
Önemli bir dâvânın son duruşmasında siniri bozuk sanıklardan biri bağırıp çağırıyor, mahkeme başkanı adamı dışarı çıkarttırıyor. Bütün gazeteler, bütün televizyonlar bu haberi veriyor. Dâvânın esasından, içyüzünden ve gidişatından kimsenin haberi yok.
Ülkemizde on milyonlarca halk dedikodu, polemik, kavga gürültü, horoz veya deve dövüşü mübtelâsı (bağımlısı) olmuştur.
Birbiriyle ağır ve galiz şekilde kavga eden iki yazar veya iki politikacı bir anda milyonların ilgisini çekiyor. Ucuz şöhret peşinde koşanlar için ne büyük fırsat.
Zemzem kuyusuna işeyen kısa zamanda dehşetli bir ün kazanıyor.
Gazeteler çok satmak, tv'ler reyting yapmak için sansasyon peşinde koşuyor, kavga gürültü arıyor.
Bir açık oturum programı düşününüz. Sunucu pudralandı, katılımcılar pudralandı, herkes oturaklarına oturdu, yerini aldı. Sıra ile söz veriliyor. İpe sapa gelir veya gelmez konuşmalar yapılıyor. Bazıları harf-i tarif gibi "ııı... ııı... ııı" deyip duruyor. Oturumun 37'nci dakikasında birden ipler geriliyor iki sayın kişi ağır şekilde atışmaya başlıyor. Atışmanın şiddeti arttıkça artıyor. Sunucunun ağzı kulaklarında otuz iki dişi birden görünüyor. Öyle ya reyting çoğalıyor... O ne, o ne!..Atışan iki sayın kişi yerlerinden hızla kalkıyor ve birbirlerinin boğazına sarılıyor. Sunucu ciyak ciyak bağırıyor. Üç kamera birden kavgaya odaklanıyor. Milyonlarca seyirci heyecan içinde...
Kocası karısını mutfaktan çağırıyor. Rezzan Rezzan çabuk koş açık oturumda büyük kavga başladı!..
Vatandaşın bir gözü ekranda bir gözü cep telefonunda, "Tolgaç, Kanal Kavga'daki kavgayı seyrediyor musun? Etmiyorsan hemen aç, hemen aç, müthiş bir kavga başladı, birbirine girdiler..."
Ekrandaki korkunç ve rezil kavga sürüyor. Ağır küfürler, dişi kırılan zatın ağzından kan geliyor. Sunucu ve diğer konuklar kavgayı ayırır gibi yapıyor.
Halk çok memnun, medya memnun, sunucu fevkalâde (süper) memnun.
Kuzum böyle tiyatroların bu memlekete, bu halka ne faydası var?
Geçen gün internetten seyr ettim. Güney Amerika'da bir televizyonda dehşetli bir açık oturum kavgası oldu. Konuklar sille tokat birbirine girdi. İspanyolca konuşup bağırıyorlardı, ne dediklerini anlamadım ama herhalde birbirlerine benim sayın canım ciğerim demiyorlardı.
Ciddî, ağır, faydalı, lüzumlu konulardan, yazı ve konuşmalardan hoşlanmamamız, onlarla ilgilenmememiz; tam aksine kavgadan, küfürleşmeden, polemikten, horoz dövüşünden, dedikodudan çok hoşlanmamız hiç de iyi bir şey değil.
Bendenize gelince: Bazen ağır hakaretlere uğruyorum. Polemik olmaması için onlara ya hiç cevap vermiyorum, yahut kısa ve hafif bir cevapla geçiştiriyorum. Ona buna (cevap şeklinde de olsa) hakaret ederek, hint horozu gibi dövüşerek ilgi çekmek istemem.

haber757@gmail.com

Türk Tarih Kurumu Sayın BaşkanlığınaAnkara

Amerika Birleşik Devletleri'nin New York şehrinde yayınlanan FORWARD adlı Yahudi gazetesinin 28 Ocak 1994 tarihli nüshasında, Hillel Halkin imzasıyla "When Mustafa Kemal Atatürk Recited Shema Yisrael... 'It's my secret prayer, too' he confessed" başlıklı garip bir yazı neşr edilmişti.
Aradan on beş sene geçmesine ve bu konuda fısıltı gazetesiyle hayli yayın yapılmasına, hayli dedikodu edilmesine rağmen saygıdeğer kurumunuzdan herhangi bir yorum, açıklama, düzeltme, tekzib, red, cerh yapılmadı.
Yakın tarihimizi ilgilendiren böyle bir iddia ve rivayet karşısında, Atatürk tarafından kurdurulmuş TürkTarih Kurumu'nun susmasını, duymazlıktan ve bilmezlikten gelmesini, Türkiye'nin okur-yazar bir vatandaşı olarak (yüksek müsamahanıza sığınarak) doğru bulmadığımı beyan etmek isterim.
Kurumunuzun bu konudaki görüşünü merakla beklemekteyim.
Bilvesile en samimî hürmetlerimi arz ederim.
* (İkinci yazı)

Tomografik Atom Bombası
Ben tomografi çektirdim, sen çektirdin mi? Bizim hanımı tomografiye soktuk he he he... Haminnemin sırtı ağrıyor, tomografi yaptıracağız...
Sayın müşterimiz, pardon sayın hastamız, hiç vakit kaybetmeden size bir tomografi yapalım...
Hımmm tahlilleriniz size tomografi yapılmasını gerektiriyor...
Aman tomografi zaman tomografi...Tomografi yukarı, tomografi aşağı...
Geçen hafta İngiltere'den gelen bir haber atom bombası gibi patladı. Meğerse tomografi yapılırken nükleer bomba gibi, hattâ daha fazlası radyasyon oluyormuş.
İngiltere'de lüzumsuz yere rastgele tomografi yapılması yasaklanmış.
Tıp iki yüzlü bir madalyon gibidir.
Bir yüzünde hastalar vardır, onların tedavisi, şifa bulması için çalışılır.
İkinci yüzünde yolunacak müşteriler vardır.
Daha fazla ilaç yutsunlar.
Daha pahalı ilaç tüketsinler.
Kadınlar sezaryenle doğursun.
Tomografi yapılsın.
Rahimdeki çocuğa radyasyonlu cihazla bakılsın.
Tıp etiğine bağlı, Hipokrat yeminine sadık, hastalarına karşı müşfik faziletli doktorlara ve hastahane sahiplerine minnet ve teşekkür borçluyuz. Ellerinden öperiz, hayır dualar ederiz. Var olsunlar, sağ olsunlar. Onlara muhtacız. Lüzumu ve faidesi olmadığı halde ameliyat yapanlara, sezaryen doğum yaptıranlara, gerekmediği halde masraflı tedavi uygulayanlara teessüfler ederiz.
İlaç tedavisiyle şifa bulacak bir hastaya lüzumsuz yere ameliyat yapmak, onun veya devletin parasını almak haramdır, günahtır, cinayettir.
Dünyada, nüfusuna oranla en fazla sezaryen ameliyat Türkiye'de yapılıyormuş. Ayıptır, günahtır.
Hamile kadınları korkunç cihazların içine sokarak ışınlamak, hem anneyi hem çocuğunu sakatlamak cinayettir.
Lüzumu ve faidesi olmadığı halde pahalı ilaçlar yutturmak hıyanettir.
Dostlarımdan bir tabip deli doktorudur. Son yıllarda delilik korkunç şekilde arttı, hasta bakmaktan başını kaşıyamıyor. Ona bir şey dediğim yok. On sene kadar bir kadına ilaç yazmış. Kadın birkaç gün sonra hırs ve öfkeyle gelmiş. "Yazıklar olsun sana!.." demiş reçeteyi yırtıp başına atmış. Bayan niçin kızdınız sorusuna da: "Bana çok ucuz ilaçlar yazmışsın. Ben ucuz ilaç kullanacak karılardan değilim" diye haykırmış. (Aynen olmuştur...)
Benim çok doktor dostum var. Hastaları veya müşterileri olmak istemem, dost kalalım yeter. Cenâb-ı Hak cümlemize ruh ve beden sağlığı, afiyet, selamet nasip etsin.
Bakalım Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı atom bombası gibi radyasyonlayan şeytanî tomografi cihazlarına karşı ne yapacak? Kullanılmaları kısıtlanacak, kayıt altına alınacak mı, yoksa bugünkü gibi tam gaz ışınlamaya devam mı edilecek?
* (Üçüncü yazı)

İslam'ın Gerçek Hizmetkârları
İki tür islâmî hizmet vardır: Birincisi, gerçek hizmetkârların yaptıkları gerçek hizmetler. Bunların birinci şartı ihlâstır, yani sırf Allah rızası için yapılmış olmalarıdır. Gerçek hizmetkârın niyeti halistir, temizdir. O, mahlukattan ücret istemez, ücret almaz, teklif edilirse kabul etmez.
İkinci tür hizmetlerin bir kısmı hiç hizmet değildir, hizmet perdesi altında aldatmacadır. Bir kısmı gerçekten hizmet ise de, yapanları ihlâslı, temiz, faziletli kimseler değildir.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) "Allah bu dini, fasık kimselerle de te'yid eder, güçlendirir" buyurmuştur.
Gerçek hizmetkârlarda benlik yoktur. Benlik sahibi olmak, günah ve ayıp olarak bir Müslümana yeter de artar.
Gerçek hizmetkâr şu değerler için çalışır:
* Din için, yâni İslâm için.
* İman için.
* Tashih-i itikad için.
* Kur'ân için.
* Sünnet için.
* Şeriat ve fıkıh için.
* İslâm ahlâkı için.
* Ümmet için.
Tarih boyunca gerçek İslâm büyükleri bu değerler için çalışmış, bunlar için hizmet vermiştir.
Cemaat, tarikat, grup nedir? Yukarıda saydığım değerlere hizmet için oluşmuş topluluklardır. Bunlar amaç değil, araçtır.
Nurculuğu, Risale-i Nur'ları, Bediüzzaman Said Nursî hazretlerini ele alalım. Onların gayesi nedir? Yukarıda sayılanlara, yâni islâmî, imanî, Kur'ânî, şer'î, nebevî, ahlâkî değerlere hizmettir.
Hz. Peygamberden bu güne, hiçbir İslâm büyüğü kendisi için, nefs-i için çalışmamıştır. Kendisi, benliği, şahsî ihtirasları için çalışanlar büyük olma sıfatını yitirirler.
Ben ben ben demekte gizli ve sinsi bir şirk vardır.
Hizmet edebiyatı yapacak, ben (biz) çok hizmet ediyorum/z diye yaygara kopartacak, hizmet perdesi ardında voli vuracak, malı götürecek, hizip taassubu sergileyecek, bin türlü entrika yapacak... Böyle hizmet, böyle hizmetkâr olur mu?
İslâm tarihinde hangi din ulusu zat dünya riyaseti, sultanlık, krallık, riyaset, makam mevki için çalışmıştır?
Onlar dünya saltanatına talip olmayan maneviyat sultanlarıdır.
Maneviyat sultanlarından İmamı Gazalî hazretleri, Halilurrahman şehrinde İbrahim aleyhisselâmın türbesinde Allah'a şu sözü vermişti: Bundan böyle sultanların huzuruna çıkmayacağım.
İbrahim bin Edhem hazretleri (Allah sırrını takdis etsin) Belh sultanı idi. Bu sultanlığı bıraktı, derviş kılığında sarayının arka kapısından çıktı, beş parasız.Evsiz barksız, bazı soğuk günlerde hamam külhanlarında kül içinde yatarak maneviyat aleminin sultanı oldu.
Beni dünya sultanı yapın, beni başkanlar başkanı yapın, beni hocaların hocası yapın, beni alkışlayın, beni övün, beni pohpohlayın, beni Emîrü'l-mü'minîn yapın diyenlerin siz İslâm büyüğü mü olduğunu sanıyorsunuz?
İslâm büyüklerinden Süleyman Daranî hazretleri (Kuddise sirruh) şöyle buyurmuştur:
"Bütün dünya halkı beni kötülemekte bir araya gelseler, benim kendi nefsimi kötülediğim kadar kötüleyemezler..."
Peygamber-i Zişan efendimizin eline zaman zaman büyük dünya malı geçerdi. Onların hepsini dağıtırdı. Bazı günler aç yatardı. Aişe radiyallahu anha validemiz "Gökte bir hilâl belirir, büyür büyür dolunay olur, sonra küçülür, kaybolur, tekrar bir hilâl belirir... Böylece aylar geçerdi de Muhammed aleyhissalatü vesselamın hanımlarının ocakları tütmezdi. Çünkü pişirecek bir şey olmazdı" buyurmuşlardır.
Mâneviyat semasının güneşlerinden Mevlânâ Celalüddin Rumî kaddesallahu sirrehussâmi efendimiz vekilharcına "Bugün evde ne var?" diye sorar, "Kiler dolu, mutfakta çeşit çeşit yemek pişiyor" cevabını alırsa "Eyvah evim Fir'avn evine döndü!.." diye hayıflanır; vekilharç "Bugün evde bir şey yok, kiler tamtakır, mutfakta yemek pişmiyor" cevabını alırsa, "Oh, evim Peygamber evine benzedi" buyururmuş.
İhlâslı, fakir, Kur'âna ve Sünnete mütemessik (sımsıkı bağlı), süflî benliğine karşı cihad-ı ekber yapan, ücretini mahlukattan değil Halik'tan bekleyen, riyasete talip olmayan, matlub olsa da kabul etmeyen, bazen ekmeğine katık bulamayan gerçek hizmetkârlar selâm olsun size!.. Ayağınızın tozu olmak ne büyük şereftir

haber757@gmail.com

Dik duruş!

Klasik tanımlamadır: Türkiye, bulunduğu coğrafya ve ülkeler arası köprü avantajıyla, jeostratejik, jeopolitik konumuyla Ortadoğu'nun en önemli ülkesidir. İçinde bulunduğumuz coğrafya, eninde sonunda bir kara parçasıdır. Bu kara parçasını jeopolitik ve jeostratejik açılardan avantaja dönüştürecek, bölge üzerinde etki ve güç hinterlandını artıracak, kısaca bölgesel güç olabilecek nitelik ise ülkemizi idare eden zihniyetin ortaya koyacağı feraset ve basirette gizlidir. Türkiye, maalesef uzunca yıllardır yönünü batıya çevirerek, batının kendisine sunacağı politik rolleri kabul eden bir figüran gibi davranarak kendisine kimlik biçmeye çalışmıştır. Bulunduğu coğrafya itibariyle Ortadoğu'nun lider ülkesi olabilecek bir potansiyele sahipken, batının kendisine biçtiği rollerin uzantısı bir dış politika çerçevesinden çıkmamaya çalışmıştır. Cumhuriyet kurulduğundan beri bu durum asla değişmemiştir. Ve bugün bu batı sevdası ve aşkı, bir Hristiyan Kulübü olduğunu açıklamaktan geri kalmayan AB'nin bize verdiği ev ödevlerini yapma ve kapı kulu olma rolünü kabul etme aşamasına kadar ulaşmıştır. Türkiye, maalesef batı ülkeleri için zenginliği ve 70 milyonluk nüfusu sömürülecek, kaynakları iç edilecek, en verimli stratejik kurumları üç otuz paraya satın alınacak bir ülke olmaktan başka bir nosyon sergilemememektedir. Sürekli gündeme getiriliyor, sürekli konuşuluyor, sürekli tartışılıyor. Türkiye'ye yabancı kaynak girişi nasıl olmalı? Ne şekilde olmalı?  Önceki gece önce Türk televizyon kanalıyken yabancılarla ortak hale gelen Bloomberg HT kanalında Yiğit Bulut ile Sınırsız programını izledik. Yiğit Bulut, Türkiye'nin yabancı sermaye açısından önemine dikkat çekerken şunları söylüyordu: "Amerika'nın karşısında Rusya, Çin, Hindistan bloğu var. Onlar için AB'nin hiçbir önemi yok. Türkiye, kendisinin önemine varmalı. Türkiye'ye girecek para ve sermayenin haddi hesabı yok. Yeter ki, bu parayı çekebilecek ortamı oluşturalım"
Yiğit Bulut, bu yorumu Türkiye'nin önemine vurgu yapmak için yapıyordu, ama, bizce bu değerlendirmeye eklenmesi gereken çok önemli bir paragraf daha var. Türkiye, yabancı sermayenin cirit attığı, önüne gelen her değere istediği parayla sahip olabildiği, üç otuz paraya stratejik ve verimli kurumların satın alınabildiği bir ülke olmamalı. Dik duruş!... Yani, "Paranın satın alabileceği şeylerin de hatırlardan çıkarılmaması gereken" bir onurlu duruşumuz olmalı.
"Paranın dini imanı yoktur" diyor Başbakan Tayyip Erdoğan. Paranın dini imanı yoktur, ama, paraya sahip olanların dini imanı olmalı. Helal-haram kavramları olmalı.... Onur-vakar kavramları olmalı... Önceki gün bu türden bir soru ASKON Genel Başkanı Mustafa Koca'ya da soruldu. Koca dedi ki, "Paranın dini imanı olmaz" tesbitine katılmıyoruz. Paranın dini imanı belki olmaz ama, parayı elinde tutan insanların dini ve imanı olması gerekir. Biz ASKON olarak, paranın her türlü yolla kazanılması fikrine kesinlikle karşıyız. Ve bu sebeple diyoruz ki, "Paranın helalı olmalı, haramı olmamalı". Zaten bu fikrimizi de binlerce KOBİ'mizi temsil eden sloganımızla "Haklı Zenginlik" olarak açıklıyoruz"
Türkiye, yer altı ve yerüstü kaynaklarıyla, dünyadaki bütün ülkelerin iştahını kabartan bir zenginliğin sahibidir. Yeter ki, bu zenginliği kullanabilecek dirayete, basirete ve iradeye sahip bir yönetim anlayışı, bu kaynakları doğru biçimde kullansın. "Kaynak geliyor, devletin kasasına üç kuruş para giriyor" diye, dişimizle tırnağımızla kurduğumuz fabrikaları, İstanbul'un ve memleketin en mutena köşelerindeki arsaları küresel emperyalistlere ve onların ülkemizdeki uzantıları olan taşeronlara peşkeş çekmesin.
Onurumuz ve vakarımız, emperyalizmin kirli paralarına galebe çalsın! Temennimiz budur!

haber757@gmail.com

Darbe planı yapmayan ayağa kalksın

Hani Yuhanna İncili'nin sekizinci babında 1-10'uncu sözler arasında anlatılan bir olay vardır:
Yahudi din bilginleri Hazreti İsa aleyhisselama "Zina eden bir kadın hakkında ne dersin? Diye sorarlar.
O da "İlk taşı günahsız olan atsın" der.
Herkes boynunu eğerek oradan ayrılırlar. (Kitab-ı Mukaddes Şirketi 1969 İstanbul)
Geçmişte Solcu, Ülkücü veya İslamcı olup da darbe planları yapmayan bir insan var mıdır?
740 kişilik Silivri Duruşma Salonu'nda ifadesi alınanlardan veya salonda duruşmayı izleyenlerden biri ayağa kalksa ve "Bu güne kadar darbe planı yapmayan ayağa kalksın" dese acaba kaç kişi ayağa kalkabilir?
Geçen yaz tatilde iken 1978 yılında darbe planı yapanlardan biriyle görüştüm.
Olayı bütün detayıyla dinledim.
On iki kişiydik.
Lisede öğrenciydik.
Liderimiz bizden horozla beraber yaşayan tavuk yumurtası istedi.
Hepimiz birer tane getirdik.
Liderimiz, on iki yumurtayı  tavuğun altına koyacak, yirmi bir gün sonra on iki civciv çıkacak, öbür sene 144 tavuk olacak, öbür sene 1728 tavuk olacak dört sene sonra  20736 tavuk olacak, günde 20736 yumurta satılacak, bu yumurtaların parasıyla darbe yapılacak.
Daha teferruatlı görüşme yapmak için Pazar günü şehir dışında piknik yapılacak.
Her öğrenci anasına kınalı yumurtalar pişirtir, azığına yeşil soğanlar koydurur.
Sabah olunca arabası olan arkadaşın gelmesi beklenir.
Derken arabanın kornasını duyan darbeci, azığını aldığıyla sokağa çıkar ve bekleyen arabaya biner.
Arabaya bindikten sonra etrafına bakar tanıdığı kimse yok.
Yanında oturanın elinde telsiz ve merkeze "birini daha aldık" mesajı geçer.
Emniyete vardıklarında on iki kişi karşılaşırlar. Liderleri hatırlı bir ailenin çocuğu olduğundan onu getirmezler. Savcılık ifadesinden sonra serbest bırakırlar.
Geçen sene görüştüğü o on iki kişiden biri olan ve şehrin saygın işadamlarından sayılan bu zata, "O dosya hiç karşına çıktı mı?" dediğimde, "İş hayatımda çıkmadı ama askere gittiğimde komutanlardan biri darbe yapacaktınız öyle mi" diye benimle dalga geçti" dedi.
Benim de kendisiyle dalga geçtiğimi anlayınca "Hocam, o zaman da o gerekirmiş. O heyecanın etkisiyledir belki bu günlerde yaptığımız İslami eğitim faaliyetleri" deyince ben ağzımı kapattım.
Daha önce ben bu sütunlarda 1982 yıllarında sahtekarın birinin İstanbul'da bir mahalleye gelerek mahallenin haylaz çocuklarını nasıl İslamcı yaptığını ve ellerindeki paralarını çarptıktan sonra kayıplara karıştığını ama o gençlerin bu günlerde çok değerli İslami eğitim hizmeti verdiklerini yazmıştım.
Ben, bu sorgulananların, bundan sonra İslam'a daha fazla sarılacakları inancındayım. Her şeyde vardır bir hayır.
 

haber757@gmail.com

Hatırlatıyorum

Dört derdimizi, hem de başa bela dört derdimizi hep hatırlatıyorum...
- İŞSİZLİK...
- İç ve dış BORÇLAR...
- Millî olmayan dışa bağımlı MEDYA...
- Tarafsız, bağımsız, etkin, saygın ve 'adil' olmayan YARGI...
Hep hatırlatmamıza rağmen, bu sorunlar bir türlü çözüme kavuşturulmadıklarından; o anda bu dertlerden biri veya birkaçı birden öne çıkıp devreye girdiyse, onun/onların sebebiyet verdiği 'musibetler' hep başa bela olmaya devam ettiği için hatırlatıyorum...
Başa, aileye, topluma, hükümete ve devlete bela bu dertlerin 'musibet' derecesindeki zararları bir türlü 'nasihat' yerine geçip de yapılması gerekenler yapılmadığı, ülkemizin bu ana sorunları bir an önce 'çözüme' kavuşturulmadığı için hatırlatıyorum...
Bu dertler fertleri, aileleri, esnafı, tüccarı, şirketleri, fabrikaları, irili ufaklı iş yerlerini yıkıyorken; bir gün devletimizi de temelinden yıkmasın diye hatırlatıyorum...
Hatırlatıyorum...


İŞSİZLİK, parasızlık, yokluk, yoksulluk, açlık, hastalık, nakit veya kredi kartı gibi BORÇLAR, toplumun temel direği olan ailelerdeki hiç olmazsa asgari ihtiyaçlarının karşılanamaması sebebiyle insanlar her gün intihar ediyor, İNTİHAR!!!
Çözülemeyen sorunlar sebebiyle, Allah tarafından bahşedilen en önemli değer olan HAYATA, insanın kendi hayatına kendi kendine son vermesi ne demektir?!.
Soruyorum: 'İNTİHAR'dan daha ötesi, bu musibetten daha beteri var mı?!.
Soruyorum: Bu 'ekonomik ve sosyal sorunlar' çözülmeyi beklemiyor mu?!.
Soruyorum: Çözülmedikçe, bu sorunlar 'Sosyal Tufan'a dönüşmüyor mu?!.
Soruyor, soruyor, soruyor ve çözümleriyle beraber hep hatırlatıyorum...


YARGI bugünlerde ne âlemde, 'adil' olması ve 'adalet' dağıtması gereken yargı bugünlerde neler yapıyor?!.  Önce bir mahkeme karar veriyor... Sonra o mahkemenin verdiği kararın başka bir mahkeme tarafından adeta ters yüz edilmesi ve bunun bir istisna olmaktan çıkıp kitlesel hâle dönüşmesi ne demektir biliyor musunuz?!. 'Adalet mülkün/yönetimin/ devletin esası/temelidir' diyor ve bunun böyle olduğuna gerçekten inanıyorsak; adil olmayıp zalim olan adalet ve devlet düzeni ile bir devlet daha ne kadar ayakta kalabilir?!.
Soruyor, hatırlatıyorum: Devletin yıkılmasını önlemek için daha ne bekliyoruz?!.


MEDYA, millî olmayan medya ne âlemde, bugünlerde neler yapıyor?!. Medyanın bir bölümü yargının bir yöndeki kararını doğru buluyor, yargının diğer bölümünün ters yöndeki kararını medyanın diğer bölümü doğru buluyor ve o yönde yayın yapıyor!.. Suçlunun medya tarafından belirlenip ilan edilmesi, ayrıca bu yöndeki yayınların her medya grubu için belli bir yönde olması, diğer medya gurubunun ise farklı yönde olması ne demektir?!. Adalet arayışı haklılık ya da haksızlık kriterine göre değil, taraf olma temeline göre belirleniyor!..
Soruyor ve hatırlatıyorum: Bu yargı hak ve hukuk dağıtan hakem olabilir mi?!.


Hatırlatıyorum: Ekonomik kriz ve adaletsiz gelir dağılımı, düşük gelirli kitlelerde daha büyük zararlar vermiş gibi görünüyor. Hükümet için yanlış olan, hükümetin krizin çözümünü sadece ekonominin genelini ifade eden rakamlardaki düzelmeye bağlamış olmasıdır. İşsizliğin çözümünü sadece yatırımların artmasında ararsak, uzun zaman beklememiz gerekir. Uzun ve kısa vadeli çözümleri farklılaştırmak, alternatif çözümlere kulak vermek ve ekonomik krizin oluşturduğu sosyal problemleri 'sosyal patlamalar' olmadan etkisizleştirmek gerekir. Hatırlatıyorum...

haber757@gmail.com


ekliyecen
Bedavacı Aydın Gerçeği Öğrendikçe…

Kolaycı tüccarın kısa zamanda zengin olmak için hak ettiğinden fazla kar sağlamaya çalıştığını biliriz.
Bedavacı aydın da, araştırma yapmadan, emek sarf etmeden ülke sorunları için kolay yoldan çıkış arar. Ya da öyle düşünür.
Türkiye’nin tepesine hak hukuk tanımayan bir yönetim gelince bedavacı aydın kolay çıkış yolları aramaya başlar. Hep sorunun çözümünü başkalarından bekler. Sanki kendisi başka yerde yaşıyor.
Özelleştirme yolu ile ulusal pazarlar mı satılıyor. Ordu bildiri yayınlasın durdursun.
Cumhuriyetin kazanımları mı elden gidiyor. Gelsin Ordu.
Aydınlanma zora mı düştü, gelsin ordu.
Ülkenin bekası mı tehlikede, gelsin ordu.
Kolaycı aydın bir acı gerçeği yaşayarak öğrenmektedir.
Her gün birkaç generalin tutuklanması, savaş zamanlarında bile ordunun bu kadar telef olduğuna şahit olmayan, ya da tarih kitaplarının bir yerlerinde görmeyen bedavacı aydın, şimdileri şaşkındır.
Bedavacı aydın, Ordunun kendisini savunamadığına şahit olmaktadır,  bu durum artık onun moralini bozmaktadır. Önceleri savunma yapmıyor diye kızan bu bedavacı aydın, şimdilerde küskün, morali bozuk, ne yapacağını bilmez haldedir.
Artık ordudan umudunu kesmiş, bu kez oy verdiği partinin lideri ile uğraşmaktadır. Onu eleştirmekte, her şeyi ondan beklemektedir.
Bir gerçeği de somut olarak değilse bile soyut olarak bilmektedir.
Fethullah’ın müritleri örgütlüdür. Örgütlü olduğu için Ordu ve Cumhuriyet ile savaşabilmektedir. Siyasi gericilik olan emperyalizmden de destek alabilmektedir.
Daha kestirme söylersek. Bedavacı aydın örgütlenme ve örgütlü bir şekilde direnme fikrine ulaşamamaktadır.
Anlıyorum. Mücadele kolay bir şey değil. Fedakârlık ister. Eza ceza riskini beraberinde taşır.
İşte gerçek aydın, bunları göze alıp mücadeleye girendir. Hani,aydın kime denir diye çokça tartışma yapılır durulur ya..  Benim aydın tanımlamam; ülke elden giderken örgütlü bir şekilde buna karşı koyandır.
Sadece olumsuzlukların, kanunsuzlukların tespitini yapmak yeterli değildir. Onlarla savaşmak önemlidir.
Bir de anlattığımız durumlardan geçmiş ve örgütlü mücadeleye karar vermiş olan aydını bekleyen başka bir tuzak vardır.
Sivil toplum örgütleri.
Her birisi kedi içinde başka bir tuzak taşır. Kimisi Avrupa fonlarından para yardımı alıyordur. Propaganda faslına gelindiğinde yurtsever kesilen bu örgütler öte yandan emperyalizmin uzantısı durumundadır.
Yurt sevgisi aydının doğru örgütü bulmasında önemlidir. Ancak yeterli değildir.
Bunu bilebilmenin tek ölçütü vardır. O parti, o dernek ya da o vakıf antiemperyalist midir? Yoksa, AB fonlarından fon tedarik etmeye mi çalışmaktadır?
Tabi ki bunlar da yeterli değildir. Yaşayarak ve sınayarak öğrenilir. İnşallah o zamana kadar vatan elden gitmez.

haber757@gmail.com

Yargının içinde bulunduğu durum!

Yargının içinde bulunduğu durum hiç de iç açıcı değil! Bir hakimin verdiği kararı öteki hakim iptal ediyor!
Öteki hakimin iptal ettiği kararı da beriki hakim hepten yürürlükten kaldırıyor!
Ve böylelikle l Nisan'da Balyoz sanıkları için verilen "tahliye kararı" kötü bir "1 Nisan şakası" haline dönüşüyor!
Aralarında yüksek rütbeli askerlerin de bulunduğu sanıklar hakkında daha önce verilen tutuklama kararı 1 Nisan'da akıllara hayret verici bir biçimde kaldırılarak sanıkların büyük bir bölümü için "tahliye kararı" verilmişti!
1 Nisan kararı ile tahliye olunanlar da bu sevinçle "Adaletin yerini bulduğunu" söylemeye başladılar!
Balyoz sanıkları için verilen toplu tahliye kararı sade vatandaşlar kadar davanın savcılarını şaşırtmış olacak ki hemen harekete geçip kararın iptalini istediler!
Ve savcıların bu istemi Mahkeme tarafından yerinde bulunarak tahliye kararı veren hakimin keyfi hareket ettiği karara bağlandı!
Takdir hakkının sorumsuzca ve keyfi kullanıldığına dikkat çekilerek 1 Nisanda verilen tahliye kararı ile salıverilen tutukluların tekrar gözaltına alınması kararı verildi!
Balyoz sanıklarını ilk tutuklayan da yargı mensubu! Tahliye eden de yargı mensubu! Tekrar tutuklanmalarına karar veren de yargı mensubu!
Aynı konuda farklı farklı verilen kararlar elbette milletin kafasını karıştırıyor, midesini bulandırıyor!
Yargı mensubu bu kadar keyfi davranabilir mi?
Teoride davranmaması gerekir ama pratikte bunun pek çok örneği var!
Hatırlar mısınız bir ara tutuklanan üst düzey bir askerin eşinin telefon görüşmeleri internete düşmüştü! Hanımefendi ne diyordu?
Eşinin yargılanmasının "Bizden" diye tanımladığı mahkemede yapılmasını istiyordu değil mi? Şayet bir kurum bizden ve sizden diye tanımlanmaya başlanmışsa orada önemli sorunlar var demektir!
Yargıda da bu ayrım epeydir devam ediyor! Keyfi hareket edenler kafalarına göre tahliye kararı vermekte bir beis görmüyorlar!
Yargının içinde bulunduğu bu durum kısa zamanda düzelecek gibi de görünmüyor! Yani yargıdaki bu kargaşa ve kaos daha uzun süre devam edecek gibi görünüyor!
Biz de sade vatandaş olarak, dışarıdan bakan biri olarak müşahede ediyoruz ki yargıda keyfi karar vermeye alışmış çevreler yapılmak istenen değişikliklere şiddetle karşı çıkıyorlar!
Ve yargının keyfilikten kurtarılması çalışmalarını çarpıtarak yargının bağımsızlığına karşı yapılan bir çalışma gibi takdim ediyorlar!
Oysa yargıçlar diyorlar ki takdir hakkı sorumsuzca ve keyfi olarak kullanılamaz! Kullanılırsa ne olur? Ne olacak kötü bir 1 Nisan şakası olur!
Bütün bu tartışmaların üzerine kimi çevrelerin tahliye kararlarına savcıların itiraz edemeyeceğini ileri sürmeleri işin iyiden iyiye tuzu biberi oldu! Haydi hayırlısı!

haber757@gmail.com

İşsizlik istismar edilmektedir

Oluşturulan suni rüzgârların ve gündemlerin aksine, bugün, Türkiye'deki en önemli meselenin, işsizlik olduğu konusunda, hemen herkes hemfikirdir.
Ülkedeki işsizlik oranı, resmi rakamlara göre yüzde 14,5'tur.
Gerçekte ise, bu rakamın yüzde 19-20 civarında olduğu bilinmektedir.
Hatta üniversite mezunu her 3 gencimizden birisinin işsiz olduğu da bir gerçektir.
Hal böyle olunca da, bu meselenin, kimi devlet ve özel kurumlarca istismar edilmesi de, kaçınılmaz bir netice olarak ortaya çıkmaktadır.
İş imkânı azdır, işsiz çoktur!
Bunun neticesi ise, kimi çalışanların hakkını, emeğinin karşılığını alamamasıdır. Çoğu kamu ve özel işverenler "işçiden bol ne var, sen kabul etmezsen, bu paraya, bu şartlara çalışacak binlerce kişi var" anlayışı içerisinde, emeği daha da değersizleştirmekte, işsizlik olgusunu istismar etmektedirler.
Tabii ki olan da, ailesini geçindirme telaşındaki ve çok da fazla seçeneği bulunmayan, gariban insanlarımıza olmaktadır.
Bugün en olmayacak bir yerdeki 3-5 kişilik kadroya, binlerce kişinin müracaat ettiğini düşünürseniz, bu istismarın hangi boyutlara vardığı ya da varabileceği, kendiliğinden ortaya çıkacaktır!
Misal, bugün, değişik kamu kuruluşlarında, asgari ücrete tabi olarak çalışan, yüz binlerce insanımız vardır.
Ayrıca, birçok kamu kurumunda, başta temizlik olmak üzere bazı hizmetler özelleştirilmiş ve bu hizmetler, taşeron özel şirketler eliyle yürütülmektedir.
Bugün değinmek istediğim husus da, bu konumda çalışan, daha doğrusu çalışmaya mecbur olan bazı işçilerin durumudur.
Özellikle sağlık kurumlarında çalışan temizlik işçileri, otomasyon görevlileri, özel güvenlik görevlileri gibi kimi çalışanlar, çok yoğun ve olağanüstü bir gayretle çalışmalarına rağmen, emeklerinin karşılığını, tam manasıyla alamamaktadırlar.
Bunlar aynı kurumda çalışan ve benzer işleri yapan, hatta kendilerinden belki, daha da az mesai harcayan kimi çalışanlara göre, daha az maaş ve çok daha az diğer sosyal haklarla çalışmaya mecbur edilmektedirler.
Bunların hemen tamamına yakınının, asgari ücretle çalıştırıldığı da bir gerçektir.
Aynı kurumda, aynı ya da benzer işleri yapıp da, daha az maaş ve sosyal haklara mahkûm edilmenin, sosyal adaletle bağdaşır tarafı bulunmamaktadır.
Burada neden sosyal haklar ve maaş dengesizliği vardır sorusunun, mantıklı ve kabul edilebilir bir cevabını, başta Çalışma Bakanı olmak üzere, yetkililerin vermesi gerektiği kanaatindeyim.
Bu gibi çalışanların kadroları yoktur. Sendikal hakları da bulunmamaktadır.
Bu yüzden de, her gün işe gelirken, sıkıntı ve endişe içerisindedirler.
Hemen hepsinde "acaba, bugün beni işten çıkarırlar mı" ya da "acaba sıra bana ne zaman gelecek" korkusu ve endişesi vardır.
Çünkü bugün bu durumda çalışan ve sayıları yüz binleri bulan bu gibi insanlarımızın bütün geleceği, kurum idarecisi ya da taşeron özel şirket yöneticisinin iki dudağı arasındadır ve tamamıyla onların insafına kalmış durumdadır.
Zira ortada hiçbir sosyal güvence yoktur.
Kimi devlet işlerini üç kuruş ucuza getirmek için, emeği, alın terini ve insanlık onurunu bu kadar ucuzlatmak ve bütün bu değerleri ayaklar altına almak, hiç kimsenin hakkı ve haddi olmamalıdır.
İktidar makamını elinde bulunduranların, bu konuda, acilen bir takım düzenlemeler yapması ve istismarı önlemesi gerekmektedir.
Ancak kendisinden iş isteyen üniversite mezunu gençlerimizi "devlet herkese iş vermek zorunda değildir" diye tersleyen bir Başbakanın başında bulunduğu bir hükümetten, bunu beklemek de, abesle iştigaldir sanırım.
Bir tasarruf yapılacaksa, bunlardan değil, her sene bu milletin yaklaşık 60 milyarını faiz geliri olarak iç eden, cebine indiren 8-10 bin rantiyeciden başlanmalıdır.
Türkiye, asıl o zaman, sıkıntılarından kurtulacaktır!
, gariban insanlarımıza olmaktadır.
Bugün en olmayacak bir yerdeki 3-5 kişilik kadroya, binlerce kişinin müracaat ettiğini düşünürseniz, bu istismarın hangi boyutlara vardığı ya da varabileceği, kendiliğinden ortaya çıkacaktır!
Misal, bugün, değişik kamu kuruluşlarında, asgari ücrete tabi olarak çalışan, yüz binlerce insanımız vardır.
Ayrıca, birçok kamu kurumunda, başta temizlik olmak üzere bazı hizmetler özelleştirilmiş ve bu hizmetler, taşeron özel şirketler eliyle yürütülmektedir.
Bugün değinmek istediğim husus da, bu konumda çalışan, daha doğrusu çalışmaya mecbur olan bazı işçilerin durumudur.
Özellikle sağlık kurumlarında çalışan temizlik işçileri, otomasyon görevlileri, özel güvenlik görevlileri gibi kimi çalışanlar, çok yoğun ve olağanüstü bir gayretle çalışmalarına rağmen, emeklerinin karşılığını, tam manasıyla alamamaktadırlar.
Bunlar aynı kurumda çalışan ve benzer işleri yapan, hatta kendilerinden belki, daha da az mesai harcayan kimi çalışanlara göre, daha az maaş ve çok daha az diğer sosyal haklarla çalışmaya mecbur edilmektedirler.
Bunların hemen tamamına yakınının, asgari ücretle çalıştırıldığı da bir gerçektir.
Aynı kurumda, aynı ya da benzer işleri yapıp da, daha az maaş ve sosyal haklara mahkûm edilmenin, sosyal adaletle bağdaşır tarafı bulunmamaktadır.
Burada neden sosyal haklar ve maaş dengesizliği vardır sorusunun, mantıklı ve kabul edilebilir bir cevabını, başta Çalışma Bakanı olmak üzere, yetkililerin vermesi gerektiği kanaatindeyim.
Bu gibi çalışanların kadroları yoktur. Sendikal hakları da bulunmamaktadır.
Bu yüzden de, her gün işe gelirken, sıkıntı ve endişe içerisindedirler.
Hemen hepsinde "acaba, bugün beni işten çıkarırlar mı" ya da "acaba sıra bana ne zaman gelecek" korkusu ve endişesi vardır.
Çünkü bugün bu durumda çalışan ve sayıları yüz binleri bulan bu gibi insanlarımızın bütün geleceği, kurum idarecisi ya da taşeron özel şirket yöneticisinin iki dudağı arasındadır ve tamamıyla onların insafına kalmış durumdadır.
Zira ortada hiçbir sosyal güvence yoktur.
Kimi devlet işlerini üç kuruş ucuza getirmek için, emeği, alın terini ve insanlık onurunu bu kadar ucuzlatmak ve bütün bu değerleri ayaklar altına almak, hiç kimsenin hakkı ve haddi olmamalıdır.
İktidar makamını elinde bulunduranların, bu konuda, acilen bir takım düzenlemeler yapması ve istismarı önlemesi gerekmektedir.
Ancak kendisinden iş isteyen üniversite mezunu gençlerimizi "devlet herkese iş vermek zorunda değildir" diye tersleyen bir Başbakanın başında bulunduğu bir hükümetten, bunu beklemek de, abesle iştigaldir sanırım.
Bir tasarruf yapılacaksa, bunlardan değil, her sene bu milletin yaklaşık 60 milyarını faiz geliri olarak iç eden, cebine indiren 8-10 bin rantiyeciden başlanmalıdır.
Türkiye, asıl o zaman, sıkıntılarından kurtulacaktır!

haber757@gmail.com

Operatör Olarak İşsizlik

Operatör Latince kökten geliyor. Operasyon yapan insan veya araç için kullanılıyor.
Matematikte  (+)  işareti, ya da (–) işareti bizim bir operasyon yapmamıza yardımcı olur. Toplama işareti (+)  iki sayıyı toplamıza yarar. Yani toplama operasyonunu yaparken kullandığımız bir operatördür.
Türkçede işlem yapmaya yarayan şey.
CIA’nin yaptığı operasyonlar derken, CIA’nin operatör olduğunu kast ediyoruzdur.
Bizde operasyon, ameliyat yapma işinde kullanılıyordu. Ama Amerika ile birlikte yaşaya geldiğimiz süreçte operasyon tabiri zihnimize iyice yerleşti.
Derdim, matematik bilgiçliği değil. İşsizliğin kapitalist ekonomik yaşamın bir operatörü olduğunu anlatmaktır.
İşsizlik olmaz ise zengin olmaz. Zenginin daha da zenginleşmesi için işsizlik şarttır. İşsizlik çoğaldıkça, ücretler düşer. Sonunda karın tokluğuna çalışmaya razı olan kişiler ortaya çıkar. Yani emeğin ucuzlaması, işsizliğin varlığına bağlıdır.
Bu anlamda zenginin zenginleşme operatörü işsizliktir
Dolayısı ile zenginin işsizlik diye bir sorunu olmaz. Hatta işsiz sayının çoğalması onun daha zengin olması demektir.
Sistem işsiz üretecek ki, emek ucuzlasın. Diyeceksiniz ki emek ucuzlayınca, ürünün içindeki emeğin payı azaldığından üründe ucuzlar. Ama ürünün içindeki sermayenin payı ucuzlamaz.
Gelir dağılımı bu sebepten gittikçe bozulur. 28 dolar milyarderi ortaya çıkar. Milyarder bir artarken işsiz sayısı bin artar.
Sermaye işsizlik operatörünü kullandıkça işsiz sayısı artar. Sermayenin kazancını artırmak, işsizliği artırmaktır.
Zenginden yana olan iktidarların işsizlik diye bir sorunu yoktur. Yetkilerini artırmak istemeleri, yanlarında oldukları zenginleri daha kolay zengin yapmak içindir. Anayasal yetkiler artarsa işsizlikte artar.
Peki, bu kader midir? Bu sistemden şu veya bu şekilde çıkar sağlayan için kaderdir.
Buna karşı koymak ve mücadele etmek ise yepyeni bir dünyadır. İşsizliğin olmadığı bir dünyayı hayal etmek bile bir dünyaya bedeldir.

haber757@gmail.com

Gladyonun Yargı Hafriyatı

Büyük Ortadoğu Projesinin amaçlarını, kadrolarını ve uygulama safhalarını takip etmeyen aydınlarımızın bu yazıyı okumalarının hiçbir faydası yoktur.
Okuyup kendilerini zahmete sokmasınlar.
Ortada bir proje varsa, elbette bunun bir amacı, bu amacı yürütecek elemanları ve uygulanması olacaktır.
Projenin amacı; 22 İslam ülkesinin sınırlarını ve rejimlerini değiştirmektir.
Projenin mal sahibi; U.S.A
Projenin Türkiye Eş Başkanı; Recep Tayyip Erdoğan
Projenin Uygulama Şekli; Amerika’dan gelen günlük, haftalık ve aylık talimatların yürütülmesi şeklinde gerçekleştirilir.
Projenin Kadroları; Amerikan Ordusu, CIA’nin Gladyo örgütlenmesi, F-Tipi örgütler ve Bizans Medyası
Uygulama; Amerikan Ordusunun Gladyo vasıtasıyla Türk Ordusuna yaptı dalışlar(sortiler) sürdürülürken, diğer yandan Yargı alanında derin kazılar yapılması(hafriyat) şeklinde yürütülecektir.
Temel Yapı; Dikey Kazıklar ile yapılır
Gördüğünüz gibi şantiyemizde işler verilen uygulama talimatları gereğince hızla yürütülmektedir.
Eğer Gladyonun Yargı Sortisi Başarı ile tamamlanırsa, olmayan yargı bağımsızlığı hepten yok edilirse, özgürlükleri kullanmak da mümkün olamayacağı aşikârdır.
Ancak bu durumda dahi mücadeleye devam etmek durumunda olanlar böyle şifreli yazılar kaleme alacaklardır.
İçerden ve dışarıdan saldırıların eşzamanlı olarak arttığının herhalde farkındasınızdır.
Gladyo hukukunun, ya da şimdilerde gayri meşru olan Gladyonun hukuki duruma kavuşturulması için Anayasada yapılacak değişiklikler içerden saldırılardır.
Dışarıdan ise Ermeni Soykırımı yalanı, Federasyona dönüştürme baskıları, Avrupa Parlamentosundan gelen açık ve alçakça saldırılar, Büyük Ortadoğu Projesinin yürürlükte olduğunu göstermektedir.
Eee… şantiyede çalışanlar greve giderse bu inşaat biter mi?
İşte bu projenin hesap hatası da buradadır.

haber757@gmail.com

Hikmeti hükümetin iflası!


AKP nereye koşuyor? Anayasa paketinin Meclise tesliminden önce Çankaya sofrasında buluşanlar veya bu sofraya katılan hukukçular anayasa paketinin aceleye getirildiğini söylüyorlar. Peki, öyleyse AKP'nin acelesi ne? Bilinmiyor. Ermeni tasarılarından sonra da elçileri birer ikişer başkente çektik.
El aleme posta koyduk. İyi de yaptık. Lakin ya gerisini getirmek? İşte o başka bahara. Başbakan, ABD'ye gitmeyeceğini açıkladı ve ardından sözlerini yarım bıraktı ve herhalde çok sevdiği Washington'ın cazibesine dayanamadı. Dolayısıyla neye göre politika tayin ediliyor ve neye göre uygulanıyor belli değil. Tek kriter seçimleri kazanmak ve bunun için de seçmeni gaza getirmek ve teyakkuz halinde tutmak. Eyyamcılık politikası. Bunlar başka türlü nasıl izah edilir? Dolayısıyla ayar atmaya endeksli hükümetin zati ayarı kalmamıştır. Bu nedenlere dayalı olarak bundan böyle AKP'nin seçmen tarafından tercih edilmesi eski kelamcıların kullandığı deyimle 'tercih bila müreccih' olacaktır. Yani nedensiz, mesnetsiz ve kuralsız bir tercih. Sebebi, hikmet-i hükümetin sukutu ve iflas etmiş olması ve ne yaptığını bilemez halde savrulması ve davranmasıdır. İzlenen yanlış politikalar sonucu olarak ontolojik bir çöküntüye doğru yuvarlanıyoruz. Eğer gerçek manada ve İslamileşme anlamında ıslahat yapılamazsa Türkiye'nin sosyal bünyesinin direkleri olan aile çökecektir. Ailenin çökmesi aynı zamanda cemiyetin çökmesi anlamındadır. İlk defa Nimet Çubukçu, Türkiye'de özellikle de Marmara ve Ege bölgelerinde nüfus hareketlerinin yavaşladığını hatta durduğunu ve düşme emareleri içinde olduğunu ortaya koymuştur. Bu eğilimi ekonomik çöküntü daha da pekiştirmektedir. Bu duraklamanın hatta gerilemenin durdurulması 'üç çocuk' edebiyatı ile tedarik edilemez. Tedariki ve ikmali gerçekçi ve fiili politikalarla olur.
Asr-ı saadetten beri dindarlıkla siyaset arasındaki mesafe açılmıştır. Bu mesafe zaman zaman din ile ahlak arasında da açılmıştır. Lakin belki de ilk defa bu açılan mesafe günümüzde yozlaşma derekesine düşmüştür. Mevcut hükümet ışığında Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk. Yani siyaset ile dindarlık arasındaki mesafeyi kapatmak ve tamir etmek bir yana, dindarlık ile ahlak arasındaki mesafeyi de, uçuruma çevirdik.
İslam dünyası ontolojik bir tehdidin kıskacında bulunuyor. Mısırlı Abdullah Eşal'in yazdığı gibi, Kudüs'ü kurtaramazsak sıra Kabe'ye gelecektir. Nüfus ve demografik anlamda İslam dünyası ayrı bir tehdit altında bulunuyor. Batı'nın ihtiyarlaması ve yaşlanması bize de hiç sektirmeden sirayet etti. Nedeni, sosyal ve içtimai sistemin çökmesidir. Daha doğrusu bizi ayakta tutan manevi değerlerin aşınmasıdır. Türkiye'de nüfus hareketleri durma noktasına doğru gelirken Başbakan'ın yeni ortaklarından Kaddafi'nin Libya'sının 30-40 sene sonra nüfus ithal etmek zorunda kalabileceği BM raporları tarafından ortaya konulmaktadır. Keza nüfus hareketlerinde ön sıralarda olan Suriye de 2010 ile 2020 dilimi arasında yaşlanma kuşağına girecektir. Zira, genç nüfusun yüzde 25 oranında azalması beklenmektedir. Görünür dindarlık yıkıldıktan sonra derin dindarlık olan fıtratın ve ahlakın da bozulmasıyla birlikte cemiyetin sosyal direkleri aşınmakta ve çökmektedir. Ahlaki yozlaşma beraberinde sosyal çöküntüye de tetiklemektedir.
Bu nedenle Türkiye'deki anlamsız kayıkçı kavgası sona ermeli ve ülke altın değerindeki vaktini heba ve imkanlarını boş kavgalar uğrunda heba ve çarçur etmemelidir. Millet hakiki ve manevi değerleriyle bütünleşmelidir. Bundan sonraki parola gerçek anlamda 'önce ahlak ve maneviyat' olmalıdır. Zira cemiyetin ana temelleri ve ekseni budur. Ahlak yokluğu ve yoksulluğu ahlak ihtiyacını hatırlatmakta ve zaruri hale getirmektedir. Eski zevattan bazıları 'ahlakı ahlaksızlardan öğrendim' demişlerdir. Zira, ahlaksız, ahlakın gereğini, değerini ve lüzumunu en iyi hatırlatan unsur ve faktördür. Zira zararını görüyorsun. Bugünkü hükümetin icraatları veya paketleri adaletin tesisi değil hangi tarafın üstün çıkacağı üzerine kuruludur. Dolayısıyla siyasetin ana damarı üstün çıkma veya eskilerin deyimiyle mügalebe dürtüsüdür. Bu kavganın tek galibi de-kim olursa olsun- mütegallibe zihniyeti olacaktır. Zira söz konusu iktidarın ve iktidarların dayanağı hakkaniyet ve adalet desturu olmayıp  asabiyettir ve asabiyetin şe'ni de hangi yolla veya yöntemle olursa olsun mügalebe yani üstün çıkmadır. Dolayısıyla ortaçağda darbe yerine kullanılan kavram mütegallibe ve mügalebe idi. Bugün ise buna darbe diyoruz. Darbe başkalarının hakkına ve hududuna tecavüzdür. Başkalarının hakkına tecavüz ve haddini aşmak ise herhalde tek bir yolla gerçekleşmez. Cerbezeli siyaset de dahil bin bir türlü yolu vardır. Netice itibarıyla, mütegallibe anlayışından kurtulmadıkça kimilerinin beklediği Godot hiç gelmeyecektir. Kem alatla kemalat olmaz. Yanlış aletle ve edevatla doğru bina yapılmaz.

haber757@gmail.com

15 YIL ÖNCE HACLI ORDUSU

15 yy. sonlarında, haçlı ordusu İspanyada ki Müslüman Endülüs Emevi devletini kuşatır. Kuşatma uzun süre devam eder. Endülüs devletinin son hükümdarı Abdullah Es-Sagir, Osmanlı sultanlı 2. Beyazıt tan yardım ister. Cem sultan meselesi yüzünden ve yeterli donanma olmaması yüzünden yardım gönderilemez. Bu arada Katolik Argonya Kralı Ferdinand ile Kastilya Kraliçesi İsabella ile evlenerek güçlerini birleştiriler. Emevi sultanı Müslümanlara fena muamele yapılmaması ve onların öldürülmemesi şartı ile anlaşmaya hazır olduğunu bildirir. İspanyada ki Endülüs Emevi devletinin kuşatılması uzun süre devam eder. Kale korunur Müslümanlar teslim alınmaz.
Durumun zorluğunu anlayan haçlı ordusunun komutanı 31 MART gecesi, kalenin önüne giderek bir elinde Kur’ an, diğer elinde İncil; “ şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, BU AKŞAM teslim olursanız size hiçbir şey yapmayacağım.” Der. Hıristiyan krallarla akdedilen anlaşma göre, Müslümanlara fena muamele yapılmayacak, canlarına dokunulmayacaktı. Fakat 1 NİSAN sabahı haçlı ordularının komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir.
Müslümanlar; “ Kur’ an ve İncil üzerine yemin etmiş, bizi öldürmeyeceğine dair söz vermiştin.” Derler.
Haçlı ordu komutanı; “ benim size sözüm DÜN AKŞAM içindi, bugün için verilmiş bir sözüm yoktur ve dün akşam hiç kimseyi de öldürmedim.” Der. Ve 1 NİSAN sabahı bütün Müslümanları orada katleder.
İşte o gün bu gündür 1 NİSAN Hıristiyanlar için HİLE GÜNÜ olarak kutlanır ve aldatmanın zaferi bize de 1 NİSAN ŞAKASI olarak yutturulur.
Bundan sonra bana 1 NİSAN günlerinde aldatılarak katledilen Müslümanların ruhu için Fatiha okumak düşer.
“Dün Dündür, Bugün Bugündür” diyenlerin kulakları çınlasın…

haber757@gmail.com

Kurtlar Vadisi Filistin!

Filistinlilere yönelik uyguladığı vahşeti sürekli artırarak sürdüren İsrail'e tüm dünyadan tepki yağmasına rağmen masumları fosfor bombaları altında öldürmeye devam eden ve yaptıklarından bir an olsun pişman olmayan İsrail, Türkiye'den gelen tepkilerle ise çılgına dönmüş vaziyette.
 
 
Davos'taki 'paylama'nın ardından kendine gelemeyen İsrail son olarak Kurtlar Vadisi Pusu'da ekrana gelen bir sahne yüzünden özür dilemek zorunda kalacağı büyük bir kriz oluşturdu. Türk büyükelçisini 'alçak koltuk'la aşağılamaya çalışan İsrail, daha önce "Ayrılık" dizisi yüzünden Türkiye'yle karşı karşıya kalmıştı. Kurtlar Vadisi Pusu'da ekrana gelen sahnede İsraillileri çıldırtan ise tamamen doğru olan sahnelere yer verilmesi. Organ kaçakçılığı resmen tescillenen İsrail'in 'doğruları gösterdiği için' diziye kızgınlıkları büyük. Böyle bir olay yaşanmadı diyemeyen İsrail makamları dizi üzerinden 'büyük hesaplaşma'ya girdiği Türkiye'den misliyle karşılık aldı. Kurtlar Vadisi Pusu'nun yapımcısı Pana Film ise İsrail'in asıl çekecekleri Filistin filmine hazırlanmaları gerektiği açıklaması yapılmıştı. Filistin'de yaşananları konu alan ''Kurtlar Vadisi Filistin'' adlı film, Türkiye ile aynı anda tüm dünyada 5 Kasımda vizyona girecek. Pana Filmden alınan bilgiye göre, Filistin'de yaşanan insanlık dramını konu alan filmin senaryosunu Raci Şaşmaz, Bahadır Özdener ve Cüneyt Aysan kaleme alıyor. Çekimlerine yaz aylarında başlanması beklenen filmin baş rolünde ''Kurtlar Vadisi'' dizisinde ''Polat Alemdar'' karakterini canlandıran Necati Şaşmaz yer alacak. Filmin diğer oyuncuları ise senaryonun yazımı tamamlandıktan sonra kesinleşecek. ''Kurtlar Vadisi Filistin'' adlı film, 5 Kasımda Türkiye ile aynı anda tüm dünyada vizyona girecek.

haber757@gmail.com 

 Türkiye kol geziyor

Ülkemizde bir takım egemen güçler bilerek ve plânlayarak siyaset ve iktisadı bozmuşlardır. Bundan dolayı siyaset ve iktisat son derece kirlenmiştir. Halk yığınları, okumuşlar felâketin nereden ve nasıl geldiğini öğrenemiyorlar.
Millet olarak dehşetli ve merhametsiz tekellerin pençesi altında inliyoruz.
Bazı medyatik güçler siyaseti, iktisadı, üretimi, ticareti ve ziraatı müthiş oyun ve oyalamalarla bitirdiler.
İçinde bulunduğumuz durum ülkemiz ve milletimizi bu duruma düşürenleri lânetlemeyi gerektiriyor. Bunu sessiz yapanlar var. Beddualar bir ismi de Kahhar olan makama ulaşıyor. Elbette içinde sıkışıp kaldığımız olumsuzluklar sürüp gidecek de değil.
Sıkıntılardan kurtulmamızın şartlarından biri de kaliteli olmaktır. Kalite meselesi bizim kurtuluşa yönelmemizi kolaylaştıracaktır. Kaliteli aydınlara, kaliteli bürokratlara, kaliteli siyasetçilere, kaliteli medyaya şiddetle ihtiyacımız vardır.
Kaliteli siyasetçi çalmaz ve çalana da göz yummaz.
Kaliteli idareciler yalan söylemez.
Kaliteli devlet adamları emanetleri ehline verirler. Emanete ihanetin vatan hainliği olduğunu bilirler.
Nasıl kaliteli olunur?
Bunun ilk şartı bilgidir. İlimli, kültürlü, irfanlı olmaktır.
İkinci şartı, ahlâklı, karakterli, faziletli olmaktır.
Bunlar olmadığı için fırsatı eline geçirenler bankanın dibini boşalttılar. Şeref ve namusu olmayanlar ihalelerden yüzde on komisyon aldılar.
Üçüncü şart edepli olmaktır. Siyasetçiler, idareciler, ülkeye yön veren "büyük bürokratlar" bu şartlara uygun değilseler onlar canavardırlar. Türkiye, maalesef kalitesiz canavarların sömürüsüne daha açıkçası istilasına uğramıştır.
Ülkemizde hıyanet kol geziyor.
Bugünkü eğitimimiz, üniversitelerimiz, büyük güçlerimiz şahsiyetli insan yetiştirmemek için yemin etmiş gibi birleşerek ihanet işliyorlar.
Milletimize kan kusturan zâlimlerin dini, imanı, namusu, iffeti hep paradır. Nefs-i emmarelerine put gibi tapınıyorlar.
Emanetlere ihanetleri gün gibi ortaya çıktı.
Küçük hırsızlar evleri soyuyorlar. Trenlerde, tramvaylarda cüzdanları aşırıyorlar. Kapkaççılık yapıyorlar.
Bankaları, devleti, milleti, ülkeyi anlı şanlı kodaman haydut hırsızlar soymaktadır. Silahlı baskın yapıp soyanlar da küçük, şaşkın hırsızlardır. Bunların büyükleri dibini delip içini boşaltıyorlar.
Namuslu, şerefli ve vasıflı olan bir kişi açlıktan ölse hırsızlık yapmaz, asla rüşvet almaz. Haram para, haram miras nesilleri yakan bir ateştir. Akıllı ve imanlı bir kişi bunlara nasıl tevessül edebilir?
Demek ki, ülkemizin ilk sorunu akıl ve iman sorunudur. Bunu halletmek lazımdır.

haber757@gmail.com

Hasım Cephe

Fethullah Gülen'in "hasım cephe"den neyi kastettiğini açıklamaya herhalde gerek yoktur. Gülen, bu direktifiyle, şeriat doğrultusunda silbaştan yeniden yapılanmayı öngördükleri devletin içine sızılmasını; devlet gücünü kullanarak devlet ve rejim taraftarlarını sindirmeyi, etkisizleştirmeyi ve de bu amaç doğrultusunda istihbarat örgütlerinin hem haberalma ve hem de T.S.K.'ne karşı alternatif silahlı güç olarak önemine işaret etmektedir. Nitekim, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Fethullah Gülen İddianamesi'nde bu husus şu cümlelerle teyid edilmektedir:
 
"Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı uyguladığı politika, hoş görünme, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bazı politikalardan alınmış tavizlerle, polisi güçlendirme, böylece denge sağlama, etkinleştiği polis camiasını gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı kullanma şeklindedir"
 
"Fethullah Gülen Grubunun başta Milli Eğitim ve Emniyet Teşkilâtı olmak üzere bütün devlet kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde bu faaliyetlerinde muvaffak olduğu bilinmektedir" (25).
 
Hatırlanacağı üzere, fethullahçı yapılanma içinde oluşturulan ve sivil istihbarat örgütleri içinde yuvalanan "sivil istihbarat" örgü hakkında ilk suçduyurusu, "Yeni HAYAT" Dergisi sayfalarından yapılmıştır (26). Emniyet içindeki kadrolaşma, farklı istihbarat birimleri tarafından hazırlanan raporlarda (27) vurgulanmış; eski bir Polis Akademisi öğrencisi olan gazeteci Zübeyr Kındıra tarafından "Fethullah'ın Copları" ismiyle kitaplaştırılmış ve ardından Fethullah Gülen'in yargılandığı Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde tanık olarak dinlenen Emniyet Müdürleri Cevdet Saral ve Osman Ak'ın dehşetengiz açıklamalarıyla bir kere daha gündemde yeralmıştır. Emniyet Müdürü Osman Ak'ın, hayli uzun ve çarpıcı tanık ifadesini, Cumhuriyet şöyle yayınlamıştır:
 
"... Bu raporda, Polis Koleji'nin yüzde 50'sinin bu grupla temas halinde olduğunu yazıyordu. Bu zamana kadar bir cezalandırma olmadığına göre, karşıdaki insanlar en az başkomiser rütbesinde bulunuyor. Biz İstihbarat Daire Başkanına yazdığımız kişiye özel ve çok gizli yazıların nasıl sızdığını anlıyamıyorduk. Ama daha sonra 92'deki bu listede yer alan bir ismin, İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun'un Özel Kalem Amiri olduğunu gördük. Kişiye özel bilgilerin nasıl sızdığını anladık.... Ak, devlette devamlılığın esas olduğunu, ancak görevden ayrılmalarının ardından resmi makamlara intikal ettirdikleri değerlendirme ve çalışma rapor ve belgelerin yok edildiğini öne sürerek, Gülen'in Diyanet'te eski Diyanet İşleri Başkan Yardımcılarından Yaşar Tunagür ve Abdurrahim Gürle isimli kişiyle nasıl örgütlenmeye gittiklerine ilişkin elde ettikleri belgeyi mahkemeye sundu.... Ak, Gülen yandaşlarının, düzenledikleri himmet toplantılarıyla yardım topladıklarını bildirdi. Ak, 'Haşhaşileri andıran bir yapılanma olduğunu görüyoruz" dedi. Rapor hazırladıkları dönemde irticacıların kendilerini gizlemeye başladıklarını söyleyen Ak, "Maskeleme mantığı Usame Bin Ladin'le benzerlik gösteriyor. Maskeyi düşürüp gerçek yüzleri ortaya çıksaydı, kandırılmış insanlar gerçeği görecekti. Ben Usame Bin Ladin benzeri bir örgütlenme olduğunu değerlendiriyorum' dedi.... Osman Ak şunları söyledi: 'Bu soruşturma, sonunda, soruşturanın soruşturulmasına dönüşmüştür. Bizden sonra soruşturmanın örtbas edildiği kanaatindeyim. Fethullahçı olduğuna inandığım meslekdaşlarım şu anda önemli görevlerde. Benim cezalandırılmamı isteyenlerden birisi TEMÜH, diğeri Asayiş Daire Başkanı. Böyle bir İstihbarat Daire Başkanı da var. Benim teşkilâtımın maalesef şu anda ZAPTEDİLDİĞİ kanaatindeyim'. Ak, mahkemenin anlattıklarıyla yetinmeyerek emniyetin ilgili birimlerine yazı yazacağını, ancak mahkemenin, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat, Terörle Mücadele Şubesi ve Asayiş Daire Başkanlıklarından, Gülen örgütlenmesi konusunda 'sağlıklı bilgi alamayacağını' öne sürdü. Fethullahçıların devletin tüm kurumlarına sızdığını belirten Ak, Gülen'in adının siyasi bağlantıları dolayısıyla Susurluk Raporu'ndan çıkarıldığını iddia etti. Ak, Gülen örgütünün silâha gerek duymadığını, çünkü silâhlı yanını polis içindeki örgütlenmenin oluşturduğunu savundu" (28).
 
Emniyet Müdürü Osman Ak'ın sözkonusu davanın 10. Celsesinde (12.11.2001) tanık olarak verdiği ifadede kısmen değindiği Polis Koleji ile ilgili bilgiler, Polis Akademisi, Polis Koleji, Polis Okulları gibi eğitim ve öğretim kurumlarındaki "Fethullah Hocanın Talebeleri" adlı örgütün soruşturulması kapsamında yer almıştır. Buna göre, Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın 24.10.1991 gün ve 91/316 sayılı bilgi talebine karşılık İstihbarat Daire Başkanlığı'nın 10 Mart 1992 gün ve 1992/79 sayılı yazısında şöyle denilmektedir:
 
"Elde edilen bilgiler doğrultusunda yapılan takip, tarassut ve tahkikatlarda Ankara Polis Koleji öğrencilerinin % 50'sine yakın bir kesimi ile çeşitli şekillerde temas kuran örgüt elemanları, kendilerine yakın olanlar üzerindeki ajitasyon çalışmalarını sistemli olarak yürütmektedirler. Örgütün yapılanmadaki temel stratejisine bağlı olarak devlet dairelerinin önemli yerlerine yerleşme planını, en tabanda uygulamaya koymaları teşkilâtımızda da gözlenmektedir. Gelecekte Emniyet Teşkilâtı'nın bürokratlarını oluşturacak Polis Koleji öğrencilerinin, koleje seçiminden itibaren her aşamada sistematik bir çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir.
 
Örgütün tüm yurt sathında çeşitli görünümler altında kurulu bulunan vakıf ve evlerde ailelerinin izniyle yerleştirilen zeki, çalışkan öğrencilerin meslek okullarına yerleştirilme planında, Polis Kolejleri de payını almıştır. Bu öğrenciler Polis Kolejlerine hiyerarşik sıra içinde, sınıf, dönem ve okul imamları ve kadrolarının denetiminde, görüşleri doğrultusunda eğitilmektedirler. Sınıfların ve okulun kendi bünyesinde sorumlu imamları olmasına rağmen, örgüte karşı asıl sorumlu olan dışarıdan bir üniversite öğrencisidir...."
 
1980'lerden başlayan bu kadrolaşma, klasik örnekle "Tavukçuluk Enstitüsü"nde olsa, neyse diyebilirsiniz. Ama bu tehlike, güvenliğimizi ve tam bağımsızlığımızı birinci derecede ilgilendiren bir Anayasal kurum yani Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bağlı okullar için sözkonusu olacak ve 1992'de bu olgu, resmi bir soruşturma raporunda yer alacak ve de hiçbir şey yapılmayacak!.. Bir başka ifadeyle, tamamiyle dış odaklı fethullahçı tehdit, yok sayılarak görmezlikten gelinecek!.. Gerçekte sorulacak o kadar çok soru ve sorumlulardan sorulacak o kadar çok hesap var ki!.. İşte, sadece birkaçı: O tarihlerde öğrenci olanlar, bugün Emniyet'in üst düzey bürokratları arasında yeralmakta mıdır? Yasadışı yapılanma bağlantısı nedeniyle kaç öğrencinin ya da mezunun Emniyetle ilişkisi kesilmiştir? Kaçının terfisi yapılmamıştır ya da geciktirilmiştir? Kaçının fethullahçı hiyerarşideki yeri ile organik ilişkisi saptanmıştır? Yasadışı fethullahçı yapılanmaya yönelik istihbarat akışını durduracak; yasadışı fethullahçı yapılanma çıkarları doğrultusunda polis gücünü kullanmayı önleyecek ne gibi önlemler alınmıştır? Bu bağlamda hangi ilişkiler deşifre edilmiştir? Bu soruların cevapları ya da cevapsızlığı, olayın vahametini ortaya koymaya yeterlidir.
:::::::::::::(?)))))))))))))))))))))))))))))))))))
Emekli Bir generalden SIKI yorumlar...


Her şey 1991 yılı başında ABD'nin Körfez saldırısıyla baş ladı. ABD, Bağdat'a yürümedi.  Bunun yerine Irak'ın kuzeyinde bir Kürt isyanı kışkırttı. Arkasından, Irak Ordusunun 36 enlemin kuzeyine geçmesini önleyerek   buradaki  Kürt oluşumunu güvence altına aldı. ABD'nin planı şuydu: 
Önce Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti  kurmak  ve sağlamlaştırmak, sonra Irak'ı tümüyle işgal etmek. Kuzey Irak'taki yeni devleti Türkiye'nin güneydoğusu,Suriye'nin doğusu ve İran'ın batısından koparacağ ı parçalarla birleştirerek Büyük Kürdistan'ı,yani  ikinci İsrail'i kurmak. Bu projenin ismini biliyorsunuz: Büyük Ortadoğu Projesi (Cumhurbaşkanı ve Başbakanımız bu projenin resmi eş başkanlarıdır) Türkiye'deki bu  hükümetler,  İncirlik'e yerleşen Çekiç Güç'ün görev süresini uzatarak ABD'nin Kuzey Irak'taki Kürt oluşumunu desteklemesine yardımcı oldular. TSK,  bu süreçte Kuzey Irak'taki oluşum üzerinden  Türkiye'nin bölünme tehlikesini erken algıladı ve ABD ile karşı karşıya gelinmesinin kaçınılmaz olduğ unu da farketti. 
 İlk Olay: Torumtay'ın istifası . Özal'ın,  "kuzeyden Irak'a girme"   emrini uygulamamak için  Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifa etti.   Böylece TSK, Amerikan planlarında rol almaya direneceğinin ilk işaretini vermiş oldu. O andan itibaren TSK'ya karşı ABD  "tetik" düşürmeye karar verdi. "Ergenekon" tertibinin planlanmaya başlanması,  o zamandır. Sovyet tehdidine karşı kurulmuş olan   Özel Harp Dairesi (ÖHD) Amerikan güdümündedir  ve Sovyetler yıkıldığı için tehlike ortadan kalkmıştır. Şimdi tehdit, Kuzey Irak'taki ABD varlığından gelmektedi dolayısıyla, "ABD güdümündeki" ÖHD, "ABD'den gelen bir tehdide karşı"  kullanılamaz. Geçmişteki kontrgerilla eleştirileri TSK'da zaten belli bir rahatsızlık yaratmıştı.
Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, ÖHD'i yeniden örgütledi, ismini Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak değiş tirdi. Yıl 1991. ÖKK'nın PKK'yı hedef alması ve Kuzey Irak'ta kurulan devlete karşı tavır alması,  Amerikan denetiminden kurtulma çabasının başlangıcıdır. "Tugay" düzeyindeki ÖKK, "tümen" düzeyine çıkarıldı. Ankara'da ÖKK için yeni bir eğitim tesisi yapımına başlandı ama ABD bundan çok rahatsız oldu,  "kullandığı" pek çok kişi aracılığ ıyla,  tesis inşaatında yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla mesnetsiz davalar açılmasını sağladı,  ÖKK eğitim tesislerinin  yapılmasını uzun süre felce uğrattı.
 ABD'nin Kuzey Irak'taki planlarını bozan bir planı uygulamakta olan Org. Eşref Bitlis,  Amerikan Çekiç Güç helikopterlerinin PKK'ya silah ve malzeme attığını saptadı ve bunu bildirdi. Org. Eşref Bitlis, Jandarma Genel Komutanı olarak, Amerika'nın Türkiye'nin toprak bütünlüğünü hedef aldığını gördüğü, bu tehlikeyi önlemek amaçlı,  savunmaya yönelik bir strateji geliştirdiği için Amerika tarafından derhal "hedef"e seçildi. Org. Bitlis helikopterle Kuzey Irak'a giderken,  bu yolculuk önceden ABD'ye haber verilmiş olmasına rağmen iki Amerikan savaş jeti yakın uçuş yaparak oluşturdukları vakumla helikopteri düşürmeye çalıştılar  ama deneyimli helikopter pilotunun dalış manevrasıyla bu girişim sonuç vermedi. Bu saldırıdan hemen sonra telsizle Amerikalılara helikopterde orgeneralimiz olduğu tekrar bildirildi ama Amerikan savaş jetleri saldırıyı tekrarladılar. Helikopter pilotu büyük bir çabayla yeniden dağların arasındaki derin vadilere dalarak kurtulmayı başardı.
CIA tarihinin en önemli suikastlarından birisi 17 Şubat 1993 günü gerçekleşti:Uçağına yapılan sabotaj sonucunda Org. Bitlis şehit edildi. Ağustos 1994'de Genelkurmay Başkanı olan İ smail Hakkı Karadayı döneminde  Eşref Bitlis Planı "uygulandı" ve Kuzey Irak'a Çelik Harekatı yapıldı.35 bin Mehmetçik Mart 1995'de Kuzey Irak'a girdi. Kuzey Irak'a giren TSK, ABD'nin "egemenlik alanı"na da girmiş oldu. Bölge ABD ordusunun işgali altındaydı. ABD'nin Foreign Affairs, Foreign Reports, Mediterranean Quarterly ve Joint Forces Quarterly gibi "yarı-resmi" organlarında  "Türk komutanlar hizadan çıktı", "Türk Ordusu ABD-Türkiye ilişkilerini bozuyor" türünden görüşlere yer vermeye başladılar.
Çelik Harekatı öncesinde CIA'nın Moskova İstasyon Şefinin CNN televizyonunda Türkiye'nin '"karışacağını" dünyaya şöyle ilan etti:  "Önümüzdeki dönemde dünyanın en çok karışacak ülkesi Türkiye'dir.  Şu anda Türkiye, gizli servislerin gündeminde ilk sıraya yerleşmiştir." Gazi Mahallesi olaylarından birkaç gün önce,  ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Holbrooke, Türkiye'nin Kuzey Irak sınırında yaptığı yığınağı durdurmak istediklerini şu "ifadelerle" belirtti: "Kuzey Irak sınırına asker yığıyorsunuz. Önümüzdeki günlerde terör olaylarının artma ihtimali var. Oraya yapacağınız bir harekatta dikkatli olmanızı  tavsiye ederim.
CIA Şefinin ve Holbrook'un "haber verdiği gibi",12 Mart 1995 gecesi İstanbul'da Gazi Mahallesi olayları baş ladı. TSK bu tehditi önemsemedi ve Çelik Harekatı yapıldı. NATO tarafından, üye ülkeleri komünizmden korumak için kurulan kontrgerilla (diğer adları Gladio ve SÜPER NATO) örgütleri, İtalyan savcının ispatladığı gibi, CIA tarafından yönetiliyordu  ve esas görevleri bu ülkelerdeki  hükümetlerin ABD kontrolünden çıkmalarını önlemekti.  Türkiye'de ÖHD de kontrgerilla ile bağlantılıydı.1991 yılında Özel Harp Dairesi'nin Özel Kuvvetler Komutanlığına (ÖKK) dönüştürülmesi aslında bir "ulusallaştırmaydı"   ABD bu kuruluştan dışlanıyor ve hedef,  Kuzey Irak'tan yöneltilen tehdite karşı mücadele olarak tanımlanıyordu. ABD, "kontrgerilla yapılanmasında TSK yerine polisi koyma" denemesine girişti.
 1973'den beri İçişleri Bakanlığ ı içinde örgütlenen "İslamcı Cunta", artık "Fethullahçı Gladio" olarak kontrgerilla içinde TSK'dan boşalan yeri alıyordu.  Fethullahçı Gladio nun ilk büyük organizasyonu da 1995 Gazi olayları.  ABD ordusu, özellikle Çekiç Güç,  Irak'ın kuzeyinde 7500 "CIA Peşmergesi"nden oluşan bir askeri güç örgütlemişti. Eylül 1996'da, Eşref Bitlis Planı gereğince Barzani, Türk Genelkurmayının yönlendirmesi sonucu Saddam yönetimiyle işbirliği yaparak CIA Peşmergelerini dağıttı. 200'e yakın ölü veren CIA Peşmergeleri,  ABD tarafından Guam Adası'na taşındı. ABD kaynakları, bu harekatı  "ABD'nin Vietnam'da sonraki en büyük yenilgisi"  olarak değerlendirdi.
 Bu harekattan 20 gün önce bir  tuğgeneral, Aydınlı k dergisine bir demeç vererek  Eşref Bitlis'in uçağının ABD'ye bağlı Gladio görevlileri tarafından düşürüldüğünü açıkladı ve dergi de 25 Ağustos 1996 tarihli sayısında bu haberi yayınladı. TSK, Çelik Harekatını Başbakan Çiller'e haber vermeden gerçekleştirmişti  çünkü Çiller'in ABD'ye "örgütsel" bağlılığı TSK tarafından biliniyordu. 28 Şubat harekatının en önemli başarısı,  Fethullah Hocaya indirdiği darbe o Fethullah Hoca kaçıp ABD'ye yerleşti. 
 Mayıs 1997 YAŞ toplantısında  "160 subayın irtica bağlantısı nedeniyle orduda atılması", başbakan Erbakan'a onaylaması için" dayatıldı". Bu uygulama, ordu içindeki Gladio'yu  yani ABD görevlilerini temizlemek anlamına geliyordu çünkü kontrgerilla,  artık Fethullahçı Gladioydu.  28 Şubat kadrosu içinde "ABD'nin Truva Atı olan bir de general vardı:Çevik Bir.   Çevik Paşa da hemen sonra TSK tarafından sessizce tasfiye edildi ve sadece bu nedenle bile, "İrtica", 2002 yılı sonuna kadar iktidara el koyamadı. 1994-1998 arasında genelkurmay başkanı olan Org. Karadayı şunları yaptı: ABD ve NATO yuvalanmasını, yani kontrgerillayı genelkurmay karargahından çıkardı.  Özel Kuvvetlerin ulusal amaçlar için kullanılmasına yönelik önlemleri geliştirdi.
   Özel Harp subaylarımızın Çin'in Uygur bölgesinde ve Çeçenistan'da "kullanılmasına" engel oldu. 1998 yılında genelkurmay başkanı olan Org. Kıvrıkoğlu ABD'nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu "açık bir dille" belirtti. Kıvrıkoğlu, Washington ziyaretini iptal etti ve NATO döneminde  "ABD'yi ziyaret etmeyen ilk ve tek Genelkurmay Başkanı" olarak tarihe geçti.   Kıvrıkoğlu, "28 Şubat'ı BİN YIL sürdürmeye kararlıyız"diyen  komutandı.  Demek istediği aslında, "ABD tehdidine karşı, bin yıl da sürse direnilecek" olduğuydu. 
 Mesajı alan ABD, aynı sözcüklerle yanıt verdi:
BİN YILIN MEYDAN OKUMASI  (MILLENIUM CHALLENGE 2002) ! ABD, "bu" isim altında,  24 Temmuz 2002'de Nevada çölünde Türkiye'yi işgal tatbikatı yaparak "gözdağı" verdi.   Bu, "ABD tarihinin" en büyük askeri tatbikatıydı.   ABD'nin yarı resmi ajansı olan ASSOCIATED PRESS,  "tatbikatın Türkiye'yi işgal senaryosu üzerine kurulu olduğunu" açık açık yazdı.  
 Tatbikat senaryosu alabildiğine ilginçti.   Assoc. Press'egöre, tatbikatın resmi senaryosu şu şekildeydi: Türkiye'de bir "deprem" oluyor (!) ve TSK, karışıklığı önlemek için yönetime el koyuyordu. Bunun üzerine ABD Deniz Kuvvetleri önce Kıbrıs'ı kuşatıyor ve "96 saat içinde"  "hedef ülkeyi" iş gal ediyordu.   "96 saat", TSK'nın bir dış saldırıya karş ı hazırlanması için gerekli olan minimal süredir ve bu süre, TSK tarafından "kozmik sır" düzeyinde saklanıyordu (saklandığı sanılıyordu ). 
 Tatbikatta işgal süresi olarak "96 saat" seçilerek, "hedef ülkenin Türkiye olduğu", "anlayan kişilere" anlatılıyordu. O dönemde Dışişleri Bakanı olan Gül, 2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile Ankara'da 2 sayfa 9 maddelik bir  "gizli anlaşma" yaptığını itiraf etti. Gül, anlaşma içeriğini "açıklayamayacağını", "gizli olduğunu" söyledi. 13 Temmuz 2003'de Doğu Perinçek bu gizli anlaş manın maddelerini açıkladı. Birinci madde:  "TSK ve ÖKK 4 ay içinde Kuzey Irak'tan çekilecek" şeklindeydi.  
Gül'ün yaptığı bu gizli anlaşmadan  3 ay sonra,  ABD ordusu "Türk askerinin başına çuval geçirdi".   "Çuval geçirme" eylemi, gizli anlaşmanın uygulanması için bir "ihtar"dı. Başbakanımızın o günlerde kullandığı  "Müzik notası vecizesi, yine,  "anlaşmanın uygulanması gerektiğine" ilişkin TSK'ya yönelik bir uyarıydı.   "Biz anlaşma yaptık, Kuzey Irak'tan çık artık" diyordu Başbakan, TSK'ya.
 ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in, "Çuval olayı"ndan sonra Başbakan Erdoğan'a gönderdiği mektupta şöyle deniyordu:
 "TSK (ÖKK kastediliyor)  Kuzey Irak'ta sizin bilginiz haricinde eylemler yapmaktadır" Rumsfeld, çuvalı "Erdoğan'ın değil",   "TSK'nın başına geçirdiklerini" böylelikle anlatarak  Başbakan Erdoğan'ın "içini rahatlatmak" istiyordu. 
 Ulusal devlet ve Kemalizm karşıtı açıklamalar yapan, Milli Egemenlik ve Milli Güvenlik kavramlarının "artık geçersiz olduğu" açıklamalarını yapan Org. Hilmi Özkök, böylece, tarihe "başına çuval geçirilen komutan" olarak kaydedildi. Buna ses çıkarmadı, böylece "Ergenekoncu" olarak suçlanmaktan kurtuldu.  "Başına çuval geçirilmesi"ne ve Kuzey Irak'tan çıkarılmasına rağmen  "akıllanmayarak" sınır ötesi harekatta ısrar eden TSK'ya karşı,  Org. Torumtay zamanından beri hazırlanmakta olan organizasyon artık açığa çıkarılacaktı ve düğmeye basıldı.   "ABD'ye direnen 5 Genelkurmay Başkanı" ve destekleyici tüm unsurlar "Ergenekon çetesi" olarak suçlanacaktı.  
Suçlama belgeleri aslında çoktan hazırdı, ama Org. Özkök "Ergenekoncu olmadığından", onun görev süresince organizasyon "uykuya" yatırılmıştı. Organizasyonun  uykudan uyandırılmasının ilk işareti Org. Büyükanıt'a karşı kullanılan "Şemdinli olayı"dır.   O günlerde, Büyükanıt "çete kurmakla" suçlandı fakat sonuç alınamadı.   Fehmi Koru, "Taha Kıvanç" imzasıyla Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan 30 Nisan 2001 ve 1 Mayıs 2001 tarihli yazılarında "Yeniden kurulsun diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon,  çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan, 'devleti yapılandırma' amaçlı bir örgüt" demektedir.  
Koru, yazısında 24 sayfa olduğunu söylediği bu dokümanın sonunda yazanın adının bulunduğunu da belirtmektedir. Ne var ki, şimdi bu masum tanımlamadan vazgeçilmesi,  daha büyük ve kapsamlı bir düzeneğin çalıştırılması zorunludur. Bu günümüzde devam eden Ergenekon davasıdır.   ABD'nin belirli-belirsiz "her tür" desteğiyle iktidara gelen AKP, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD'ye  "sorun çıkarmadan" eş başkanlık yapabilmek için,  başta TSK olmak üzere tüm ulusalcı güçleri saf dışı etmek zorundadır.
Plana göre, bu dava sürecinde komutanlar yıldırılacak ve "1991 öncesinde olduğu gibi"  ABD ile tam uyumlu olarak görev yapmaları sağlanacaktır.   AB'nin de "bir kriter" olarak dayattığı gibi, TSK  "sivil otoriteye" tabi olacak, kendisine Atatürk tarafından verilmiş olan "ulusal bütünlüğü ve laik cumhuriyeti koruma" görevini unutacaktır  "AKP sivil darbe ile değil,  seçimle geldi"  itirazı yapacak olanlara da şunları söylemeliyim:   CIA'nın yan kuruluşu Rand Corporation'un yayın organlarında ve ABD strateji merkezlerinin hazırladıkları raporlarda şöyle deniyor:  
"ABD artık ANAP ve DYP gibi partilerle Türkiye'yi kontrol edemez, Fazilet Partisi'nin başına yenilikçi kanadın geçmesi,  Tayyip Erdoğan'ın Başbakan , Abdullah Gül'ünde Dışişleri Bakanı olması halinde  ABD Türkiye'yi kontrol altında tutmaya devam edebilir."  20 Ekim 1996, Abramowitz: "Erdoğan, Erbakan'ın yerini almalıdır"  (bu tarih, 3 Kasım 2002 seçimlerinden 6 yıl öncesidir !)

............................(0).......................................

SİZ HİÇ AŞIK OLDUNUZMU?..EVET MİKRAFON SİZDE

YALAN HAYATINN ZALİM BAŞROL OYUNCUSUNA HİTABEN !...İYİ OKUSUN...FAKAT SİZLERLE PAYLAŞIYORUM SİZE SORUYORUM ARKADAŞLAR..

SİZ AŞIK OLDUNUZMU ?
EVET SORUYORUM SİZE MİKRAFON SİZDE SİZ SÖYLEYİN HİÇ AŞIK OLDUNUZMU? ...
YÜREĞİNİZ YANERKEN KALBİNİZZ AĞLERKEN GÖZLERİNİZDE YAŞ TÜKENMİŞKEN HİÇ BİRŞEY YOKMUŞ GİBİ ETRAFA GÜLÜCÜKLER SAÇMAK ZORUNDA KALDINIZMI?....
YALAN HAYATTAN YALAN İNSANLARDAN BIKMIŞKEN KİMSEYE GÜVENEMEZKEN KARŞINIZA BİRİ ÇIKIP ONA GÜVENİP BAĞLANMIŞKEN ODA SİZİ SIRTINIZDAN HANÇERLEDİMİ...
.YALANLAR SÖYLEYİP ALDATTIMI
HAYATTAN ZATEN BIKMIŞKEN BİR DARBEDE O VURDUMU....
AŞK IZDIRIP DERLER AMA SONUCU OLAN AŞKLARDA BU IZDIRABA KATLANILIR PEKİ YA SİZ SONUCU OLMAYAN BİR AŞKA GÖNÜL VERİP İNANDINIZMI.......
AŞK NEDİR DESEM BANA NE CEVAP VERİRSİNİZ.....
NASIL TARİF EDERSİNİZ...
ASLINDA BANA EN UZAK EN SAHTEKÂRIN SEVDİM DEDİĞİM GÜVENDİĞİM DEDİĞİM KİŞİYMİŞ MEĞER.....
ONUMU SORUYORSUNUZ .....
HERŞEYİ BİTİRDİKTEN SONRA NEMİ YAPTI ...
ODA ARTIK YALAN KAHPE HAYATIN YALANCI BİR BAŞROL OYUNCUSUYDU.....
KİM OLDUĞUNU MERAK ETTİNİZ DEĞİLMİ....
SİZDE TANIYORSUNUZ ...
ADI BENDE SAKLI AMA O KENDİNİ BİLİYOR.....

YAĞMUR SONRASI KARANLIK BİR ŞEHİR ORTASINDA BEN YAPAYALNIZ....
ŞARKILAR ÇALIYOR TAKSİLERİN TEYİBİNDEN GİDERKEN SEN!... ..TÜYLERİ ISLAK KUŞLAR SU İÇİYOR ÇEŞMELERİNDEN ...
UMRUNDA DEĞİLİZ NE BEN ..NE SEN ..NE AŞK..
AŞK DEDİĞİM NEYDİ BELKİ TÂ KENDİSİYDİN.....

ISLIK ÇALMAYI BİLSEYDİM
BİRAZDA KAHRETMEYİ
DENİZİ SEYRETMEYİ SAHİLDEN
MARTILARDAN DİLEK TUTMAYI BECEBİLSEYDİM
BELKİ DAHA KOLAY OLURDU SENSİZLİK
BELKİ BENİDE KOYNUNA ALIRDI
HASRETİN DERİN BOŞLUĞU DENİZİN MAVİSİ..

YAPABİLSEYDİM KAPIYI ARDINDAN BEN KAPAYABİLSEYDİM..
CAMLARA VURABİLSEYDİM ÖFKESİNİ YAPTIKALRININ
KIRIP DÖKEBİLSEYDİM SENİN GİBİ
BİRDE AYRILIĞI SEVSEYDİM
DAHA KOLAY OLURDU SENSİZLİK
DAHA KOLAY ATLATIRDIM AŞK ACISINI...

TUTAMADIĞIN ELİMİ TUTMALIYDI BEYOĞLU
KOLUMA GİRMELİYDİ ÜSKÜDAR
GEÇER DEMELİYDİ BAKİNİN CAFESİ
SİNEMA AFİŞLERİ GÖNLÜMÜ ALMALIYDI
GÖZ KIRPMALIYDI FATİHİN ANA CADDESİ
EN AZINDAN KADIKÖY BİRAZ AĞLAMALIYDI BENİM İÇİN
GALATA SAÇLARIMI OKŞAMALIYDI
AŞK BÖYLEDİR DEMELİYDİ KADIKÖY MESLEA..
SEN DİYEMEDİN YA ARTIK YALNIZ BIRAKTIĞIN ŞEHİR DEMELİYDİ..


BİR ŞİİR YAZABİLMEK İÇİN YALNIZLIĞA
BU ŞEHRİ YANIMDA İSTEMELİYDİM
SEN OLMADIĞIN ANDA YANIMDA BU ŞEHİR OLMALIYDI

GECELER BANA SENİ HATIRLATIR
ONLARDA SENİN GİBİ YALANCI

Şiir: Sudenaz Kardelen

BÖYLE SEVDİM İŞTE

Ben seni kocaman bir yürekle sevdim. Gözlerim değil, yüreğimdi seni
gören.
Sen damarlarımdaki kana karışıp, geldin oturdun yüreğime. Bir başka
yerde
olamazdın zaten. Sen, benim en değerli yerimde, yüreğimde olmalıydın,
orada kalmalıydın. çok aşka ev sahipliği yapan bu yürek, ilk kez bu
kadar
kolay kabullendi seni. Herhangi bir konuk değildin artık. Bu yüzden
ne
ağırlama faslı vardı, ne de uğurlama. O yüreğin gerçek sahibiydin.

Şimdi sonbahar, kışa giriyoruz ya... Ben dört mevsim baharı yaşadım
seninle. çiçek çiçek açtın yüreğimde. Gökkuşağı zayıf kaldı, senin
renklerin karşısında. Taze bir yaprak gibi yeşildin. Açelya idin
pembeliğinle. Üzerine çiğ taneleri düşmüş sarı güldün. Kırmızıydın
bir
ateş gibi. Ve maviydin... En çok bu renkle anmayı sevdim seni. Denize
tutkundum, denizi sensiz, seni de denizsiz düşünemedim.

Seni severken dünyayı da sevdim ben, insanları da... Kendime bile dar
gelirken, içinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim artık. En
kızgın,
en tahammülsüz olduğum anlarda bile, seni düşünmek yetti bana.
İçimdeki
sevinç yüzüme yansıdı, güldüm. Beni öylesine güldüren senin sevgindi
ve
ben kaygısız, içten gülüşün ne demek olduğunu, nasıl güzel bir şey
olduğunu anladım seninle...

Her şeye rağmen sevdim seni. Güçlüydüm ve aşamayacağım hiçbir zorluk
yoktu. Koca bir kente, koca bir ülkeye kafa tutabilirdim. Sen elimden
tuttuğunda, patlamaya hazır bir volkan gibi hissederdim kendimi.
Menzil
sendin ve ben o menzile ulaşmak için önüme çıkan her şeyi yok
edebilirdim.
Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim, kül ederdim. Sana
ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm. Ve o göle bir tek sen
girebilirdin.

Sevdim ve hayrandım da... Her halin çekti beni. Duruşunu, uyumanı,
gülmeni, kızmanı, şaşkınlığını, saflığını, kurnazlığını, çocukluğunu,
olgunluğunu sevdim. Sesini de sevdim suskunluğunu da.
Küçük oyunlarını, kaprislerini, sitemlerini, korkularını sevdim. Seni
ve o
doyumsuz sevdanı, uçarı sevdanı anlatacak kelime bulamadım çoğu
zaman.
Sığmadın cümlelere ve hiçbir cümle seni
yeterince tarif edecek kadar derin olmadı.

Seni severken yorulmadım. çünkü sen yaşam kaynağıydın. Her gün
yenilendim.
Seninle çoğaldım, büyüdüm. Eksik kalan neyim varsa tamamladın.
Ölmeyecektim çünkü sen ölmezliğin ta kendisiydin.

Sevdim işte ötesi yok...

Değerli Arkadaşlar,
 
Aşağıdaki haberi dikkatle okuyunuz. ABD nin Irak ve Afganistan'da kullandığı silahların üstlerinde İncilden şifreler yerleştirilmiş. Haber ABC TV de verildi ve Joseph Rhee, Tahman Bradley ve Bradley Ross tarafından hazırlandı. Aşağıdaki bağlantıdan haberi izleyebilirsiniz.
Özetle, spiker Barack Obama'nın müslüman Türkiye'ye yaptığı ziyaretin birinci gününde OBAMA'nın ABD nin İslam'la kavgası olmadığını ve asla olmayacağını söyleyerek başlıyor. Spiker bunun karşıtı bir haberin ortaya çıktığını belirtiyor. Haberden bu şifrelerle ilgili kısımları sizin için çevirdim.
 
Brian Ross: ABD nin ordularına yayınladığı bir Genel Emir de
1 no lu madde: Herhangi bir din, dinsel ibadet, inançın baskılanması ve teşvik edilmesi kesinlikle yasaktır.
yazılmaktadır.
Fakat ABD ordusunun en büyük silah tedarikçilerinden TRIJICON bu emirlere karşı üretim yapmaktadır. Bazı ABD askerleri kendilerini Jesus Tüfekleri olarak isimlendiriyor. Bunun nedeni taşıdıkları silahların yanında yazılan şu yazıdır. JN 8:12
Bu İncil'de bulunan JOHN 8:12 (Yuhanna İncili) da mevcut. 'Ben Dünyanın ışığıyım diyerek, İsa onlara seslendi'
Binlerce asker üyesi bulunan  'Military Religous Freedom Foundation' (Askeri Dinsel Özgürlük Örgütü) başkanı Sayın Mikael Weinstein bunu çağdışı bulduğunu ve askerlerin binlercesinin buna karşı olduğunu ve tehlikede olduklarını, korktuklarını söylüyor. Afganistan ve Irak'ta ki mücahitlerin ve TAliban'ın  onları Jesus Riffles-Tanrı İsa Tüfekleri olarak görmektedir. Diğer bir silahta (gece görüş ve termal kameralar) 2COR 4:6 yazmaktadır. (Corinthians) 'Tanrı'nın zaferi Jesus İsa'nın yüzündedir' Bu uzun namlulu silahlar Michigan'da Trijicon şirketince üretilmektedir ve bu şirket milyarlarca dolarlık anlaşma yapmıştır. Glyn Blindon şirketin kurucusu bu uygulamayı yıllar önce başlatmıştır. Şirketin sözcüsü İncil'den kodlar koymanın yasalara aykırı olmadığını ve yanlış bir uygulama olmadığını savunmuştur. Irak'ta ordu din görevlisi olaral çalışmış olan MG William Nash (Rahip) bu konuda şunları söylüyor:
Orduda isteyen askerlere İncil, tevrat ve hatta Kuran verilmektedir. Bununla ilgili bir problem yok. Ancak problem askeri silahların bu şekilde etiketlenmesidir. Bu bizim tanrımız onların tanrısına karşı gibi bir görünüm vermektedir. Şirketler bu yazıları silmelidir ve yapmazlarsa cezalandırılmalıdır.
 
Pentagon ve Deniz Kuvvetleri haberciler kendileriyle temas kurmadan önce bu konunun farkına varmadıklarını belirtmişlerdir.  Şirketin Web Sitesinde bile bu kodlar net olarak görülebilmektedir.
Görüntülerde İncil yazan tank namluları ve ordunun kullandığı binaların duvarların daki Hristiyan figürleri eleştirilmektedir. Binlerce Afgan dilinde İncil basılarak Afganistanda sivillere dağıtıldığı vurgulanmaktadır.
Belgesel yapımcısı Brian Hughes şöyle demektedir:
Bu İnciller doğrudan Afgan sivillere yönelik basıldı ve dağıtıldı. Askerler için değildi. Bu sınırlarımızın dışında 1 No'lu Genel Emire uygun değildir.
ABD ordusu vaizlerinden LTC Gary Hensley askerlere vaazında kışkırtıcı bir şekilde şöyle demektedir:
Biz özel kuvvetlerin askerleriyiz ve temelde insan avlarız. Biz İsanın topluluğuyuz-insanlarıyız.  Biz de aynı şeyi Hristiyanlar için yaparız. Onları Jesus için avlarız. Böylece Cenneti hediye olarak alırız. Bizim yaptığımız budur. işimiz bu.
 
Sayın Mikael Weinstein şöyle eklemede bulunuyor. Biz üzerlerinde İncil kodları bulunan bu silahlarla Iraklı ve Afganlılara da eğitim veriyoruz. Bunun dostça olduğunu düşünebilir misiniz?
haber757@gmail.com

ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR NE DEĞİLDİR
 
Ilımlı İslam Projesi Soğuk savaş döneminin sonlarında Sovyetler Birliğini güneyden çevrelemek için ABD tarafından düşünülen ve uygulanan bir projedir. Amaç, ABD ile uyumlu İslami gruplarla, Komünizme karşı müşterek hareket.
 
Papa II. Jean Paul 24 Aralık 1999'da Vatikan'ın; diğer dinler ve özellikle İslam dini ile ilgili düşüncesini; "Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı, ikinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım" diye özetlemiştir.
 
455 yıl sonra İtalyan olmayan birini neden Papa yaptıkları da bu açıklama neticesinde anlaşılmıştır. Amerikan Başkanı Bush; Papa'nın bu isteğini 11 Eylül saldırısından sonra Afganistan ve Irak işgali için Haçlı Savaşı ismini verdiği katliamlarla yerine getirmiştir. Türkiye için de durum farklı değildir. Türkiye'nin Ilımlı İslam adı altında İsevileştirme programı, hızla devam etmektedir.
 
Emperyalist Batının radikal İslam'ı yaratması ve ardından radikal İslam'ın Ehlileştirilmesi anlamına gelen Ilımlı İslam'ı bize empoze etmesi stratejik amaç taşır.
 
Ilımlılık kavramı ilk olarak Komünizm üzerinde denenmiş ve başarılı olmuştur. Gorbaçev ile hayata geçirilen perestroika (yeniden yapılanma) komünizmin ılımlaştırılmasından başka bir şey değildir. Perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) ile komünizm; komünizm olmaktan çıkartılmış ve ardından da Sovyetler dağılma sürecine girmiştir. Ilımlı İslam ile İslam dini de İslam olmaktan çıkartılmaya ve İsevileştirilmeye çalışılmaktadır. Bu
konuda Vatikan; misyonerlerden ve dinler arası diyalogculardan faydalanmaktadır.
 
Vatikan'ın hedefi; Müslümanları kendi dinlerinden uzaklaştırmak ve sonrasında Hıristiyanlaştırmak değil de; insanların birbirini dini görüşleri ile birlikte kabullenmeleri ve değiştirmeye çalışmamaları anlamına geldiği söylenen dinler arası diyalog olsaydı; dünyanın dört bir yanına ve tabi ki Türkiye'ye binlerce misyoner gönderir miydi? Türkiye'de milyonlarca bedava İncil dağıtılır mıydı? AKP'nin yasa değişikliği ile açılmasını kolaylaştırdığı Kilise Evlerinin sayısı 25 bini geçti.
 
Katoliklerin ruhani lideri olan ve Üçüncü bin yılda Asya'yı Hıristiyanlaştıralım diyen Papa II. Jean Paul ile el sıkışan, dinler arası diyalog kavramını Türkiye'nin gündemine oturtan, Abant toplantıları ile bunu kurumsallaştıran, kendi ismiyle özdeş hale getirenler;
dinler arası diyalogun İslam'ın gereği olduğunu söylemektedir. Hatta bunu ispatlamak için İslam Peygamberini örnek verme cesaretini dahi göstermektedirler.
 
Bir ilahiyatçı olan diyalogcu; "Ey örtüsüne bürünen peygamber, kalk akrabalarını inzar et" ayetiyle; Peygamberin; yakınlarından başlayarak, çevresindeki herkesle, müşriklerle, putperestlerle, Yahudi ve Hıristiyanlarla görüştüğünü, panayırlara gittiğini, oraya dışardan gelen insanlara dinini anlattığını ve bunların diyaloga örnek olduğunu söylemiştir.
 
Türk halkının maneviyatının; Vatikan'ın amacı doğrultusunda sömürülmesi için Peygamberin dünyaya geliş amacı olan İslam dinini tebliğ etmesini dahi, dinler arası diyalog olarak yansıtmaktan çekinmemektedirler.
 
Diyalogcular amaçlarını; "İnsanların dini farklılıklarını değil; ortak değerlerini öne çıkartma, inandırma, kendine çekme, tebliğ etme olmadan; farklı dinlerden kişilerin birbirine saygı duymasını sağlamak" şeklinde açıklamıştır. Hz. Muhammed ise diyalogcuların savunduğunun aksine; İslam'ı tebliğ etmek ve insanları Müslüman olmaya davet etmek için onlarla görüşmüştü.
 
Vatikan'ın; hedefine ulaşmak için; karşılıklı hoşgörü ve birbirini olduğu gibi kabul etme amacı taşıdığı söylenen dinler arası diyalogu kullandığını görmemek için kör olmak gerekir. Zaten Allah Kur'an da bunu açıkça belirtmiştir: "Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkarcılığa sevk ederler. Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir..
 
Diyalogcular dinler arası diyalogu haklı çıkartmak için Hz. Muhammed'i ve Kur'an'ı kullanması bana Giordano Bruno'nun bir sözünü hatırlatıyor: Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanır.
 
Ilımlı İslam projesi ile İslam ülkelerinin denetim ve kontrolünü sağlamaya çalışan ABD, Irak ve Afganistan direnişi ile hayal kırıklığına uğramış görünüyor.
 
Başta Doğu Avrupa, Orta Asya ve en son İran da, CIA odaklı okulların kapatılması artık İslam ülkelerinde ambalajlı zehirin ne olduğunun anlaşıldığını göstermektedir.
 
Tabi henüz Türkiye Müslümanları bunun farkında değil. Kısa sürede burada da anlaşılacaktır.
 
GünüN SözÜ: Tatlı dile aldanma, yılan zehirinden farksızdır.



UNUTMAYACAĞIZ

 

Beş sene boyunca birlikte yaşadık, üzüntüyü sevinci
Bazen kavgalar oldu aramızda barıştık sonunda
Şimdi ayrılmak kolay değil
Kolay değil birbirimizden kopmak
Birde başımız vardı bizim
Biricik öğretmenimiz
Bize öğrettiği bilgileri aklımızdan, silmeyeceğiz
Beş senenin sonu bu gece bir üzüntü var içimizde
Ayrılacağız ama kalplerimiz birbirimizle.


Elli tane çiçektik biz bir sepetin içinde
Sahipleri vardı onlara bakan onları seven
Ayrılma vakti geldi bir gün
Hepsi, başka bir sepetin içine kondu
Ama birbirlerini hiç unutmadılar
İşte hepimizi bu çiçeklere benzetiyorum
Bizlerde ayrılacağız ama birbirimizi hiç unutmayacağız.

ŞİİR :SENA KOÇ

ÜRYAN GELDİ SEVDİĞİNMİ VAR

 

Üryan Geldim Gene Üryan Giderim / KaracaoğlanÜryan geldim gene üryan giderimÖlmemeye elde fermanım mı varAzrail gelmiş de can talep eylerBenim can vermeye dermanım mı varDirilirler dirilirler gelirlerHuzur-i mahşerde divan dururlarHarami var diye korku verirlerBenim ipek yüklü kervanım mı varEr isen erliğin meydana getirKadir Mevlâ'm noksanımı sen yetirBana derler gam yükünü sen götürBenim yük götürür dermanım mı varKarac'oğlan der ki ismim öğerlerAğı oldu yediğimiz şekerlerGüzel sever diye isnad ederlerBenim Hakk'dan özge sevdiğim mi var

djemre_35@hotmail.com


Girdim Aşkın Denizine

Girdim aşkın denizine bahrılayın yüzer oldum
Geştediben denizleri Hızır'layın gezer oldum

Cemalini gördüm düşte çok aradım yazda kışta
Bulamadım dağda taşta denizleri süzer oldum

Sordum deniz malikine ırak değil salığına
Girdim gönül sınığına gönülleri düzer oldum

Viran gönlüm eyledim şar bunculayın şar nerde var
Haznesinden aldım gevher dükkan yüzün bozar oldum

Ben ol dükkan-dar kuluyum gevherler ile doluyum
Dost bağının bülbülüyüm budaktan gül üzer oldum

Ol budakta biter iman iman bitse gider güman
Dün gün isim budur heman nefsime bir Tatar oldum

Canım bu tene gireli nazarım yoktur altına
Düştüm ayaklar altına topraklayın tozar oldum

Tenim toprak tozar yolca nefsim iltir beni önce
Gördüm nefsin burcu yüce kazma aldım kazar oldum

Kaza kaza indim yere gördüm nefsin yüzü kara
Hümeti yok Peygamber'e bentlerini bozar oldum

Bu nefs ile dünya fani bu dünyaya gelen hanı
Aldattın ey dünya beni işlerinden bezer oldum

Yunus sordu girdi yola kamu gurbetleri bile
Kendi ciğerim kanıyla vasf-ı halim yazar oldum



Yunus Emre

 

Ey Yarenler, Ey Kardaşlar

Ey yarenler, ey kardaşlar
Ecel ere ölem bir gün
İşlerime pişman olup
Kendi özüme gelem bir gün

Yanlarıma kona elim
Söz söylemez ola dilim
Karşıma gele amelim
Nettim ise görem bir gün

Oğlan diğer danışmana
Seladır dosta düşmana
Şol dört tekbir namaz ile
Dahi tamam kılam bir gün

Beş karış bez durur donum
Yılan çıyan yiye etim
Yıl gece obrula sinim
Unutulup kalam bir gün

Başıma dikeler hece
Ne erte bilem ne gece
Alemler umudu hoca
Sana ferman olam bir gün

YUNUS EMRE sen bu sözü
Dahi tamam etmemişin
Tek yürüyeyim neyleyim
Üstadıma gelem bir gün



Yunus Emre


HADİ GEZELİM DOSTLAR

Elerini tutup gezelim seninle
Dolaştığın yolrda gezdim seninle
aldım onu götürdüm seninle
canımdan çok seni sevdim

Geldi benim yanıma hadi dedi
Nereye dedim canım dostum
Dost dost dedim canımdan
Gözlerimden seni aradım
Aldığın her nefeste...n gördüğün o aşkı
Dost dost dedim canım dedim


Ah lele ah ele lele
Dedim nereye dost
Seni Sevdim dost
Birden Dost canlısı dedim
Söyledin Sevdim seni
Dost dost dedim canımdan
Gördüğüm seni her yerde
Al dedim dost canımı
Sende kalsın dedim Dost canlısı

Şiir Beste  Emre Nuray


Yrd. Doç. Dr. Turgut Şahinöz, Kurban Bayramı öncesi vatandaşlara, et tüketimi konusunda bazı uyarılarda bulundu.

Sağlıklı bir Kurban Bayramı geçirmenin ilk yolunun veteriner kontrolünden geçirilmiş kurbanlık almakla başlayacağını ifade eden Dr. Şahinöz, kurbanlık kesiminin veteriner kontrolünde ve sağlığa uygun ortamlarda yapılması gerektiğine işaret etti. Şahinöz, aksi takdirde insan sağlığını bozan mikroorganizmalar ile karşı karşıya kalınacağının kaçınılmaz olduğunu kaydederek, “Etler, uygun koşullarda kesilmez, doğru pişirilmez, uygun sıcaklıklarda bekletilmezse hayvanlardan insanlara parazit, şarbon, tüberküloz, salmonella gibi hastalıklar bulaşabilmektedir. Kurban bayramı nedeniyle kesimi gerçekleştiren hayvanlardan elde edilen etlerin ve sakatatın güvenli bir biçimde tüketilmesi için bazı konulara dikkat edilmelidir. Öncelikle kesilecek hayvan sağlıklı olmalı ve kurban kesimi bu iş için adres gösterilen uygun veya hijyenik ortamlarda ve gerekli kontroller altında uzman kişiler tarafından gerçekleştirilmelidir. Hayvanların kesilmesi, yüzülmesi, parçalanması, parçalanan etlerin temiz kaplara konması, etin nakli, muhafazası, pişirilmesi ve tüketilmesi aşamalarında hijyen kuralları ihmal edilmemelidir” dedi.

“ET TÜKETİMİNE DİKKAT EDİN”

 

Kurban Bayramı'nda et tüketimine ilişkin de bilgi veren Yrd. Doç. Dr. Turgut Şahinöz, 'Kurban Bayramı'nda yapılan yanlış alışkanlıkların başında, kurban etlerinin kesildikten hemen sonra hatta sabah kahvaltısında tüketilmesidir. Hayvanlardaki mikroorganizmalar kesimden sonra 24 saat içinde ölür ve hayvan ilk kesildiğinde ölüm sertliği olarak adlandırdığımız sertlik de olur. Özellikle mide ve bağırsak problemi olan kişilerin dikkat etmesi gereken bir konu da budur. Etler soğuk ortamda birkaç gün bekletildikten sonra tüketilmelidir. Büyükbaş hayvanların etleri 0 derecede 7-10 gün bekletildiğinde tam yumuşama sağlanır ve etin lezzeti artar' diye konuştu.

 

“ÇÖZDÜRÜLEN ETLERİN TEKRAR DONDURULMASI TEHLİKELİDİR”

 

Kurban etinin nasıl saklanması gerektiğine de vurgu yapan Yrd. Doç. Dr. Turgut Şahinöz, 'Etler uzun süre saklanılmak istenildiğinde birer pişirimlik parçalara ayrılarak yağlı kağıda sarılarak, buzdolabında birkaç hafta saklanabilir. Etler dondurularak da uzun süre saklanabilir. Donmuş etler soğuk yerde yani buzdolabında çözdürülür. Çözdürülen etlerin tekrar dondurulması tehlikelidir.'şeklinde ifade etti.

Etin doğru pişirilmesinin de önemine vurgu yapan Dr. Şahinöz, etin lezzeti, kıvamı, kokusu, vitamin–mineral içeriğinin de pişirme yöntemiyle ilgili olduğunu söyledi. Şahinöz, “Eti en doğru pişirme şekli ise haşlama, fırında veya sebzelerle birlikte tencerede pişirme şeklidir. Etlerin çok uzun süre yüksek ısıyla temas etmesi (kızartma, kavurma veya mangal-barbekü şeklinde pişirme) çeşitli kanserojen maddelerin oluşumuna neden olmaktadır. Ayrıca mangalda pişirme sırasında etin dış kısmı hızlı şekilde pişmekte, proteinler katılaşmakta ve etin iç kısmı çiğ kalmaktadır. Etlerin az pişmiş veya çiğ tüketilmesi etin kalitesini düşüreceği gibi, besin zehirlenmelerine de neden olabilir. Et ile yapılan yemeklere ise ayrıca yağ eklenmemelidir. Özellikle kuyruk yağı, iç yağı gibi yağların kullanımından kaçınılmalıdır. Etler ızgarada pişirilecekse vitamin kaybını önlemek ve kanserojen madde oluşumunu engellemek için etler ateşten 15 santimetre uzakta olmalıdır ve kömürler kor halini aldıktan sonra etler pişirilmelidir” şeklinde konuştu.

 

KRONİK HASTALIĞI OLANLAR NE YAPMALI?

 

Kronik hastalığı olanların, bayramda eti fazla yememeleri gerektiğine de işaret eden Şahinöz “Kurban Bayramı'nda özellikle şişmanlık, kalp-damar hastalığı, diyabet, hipertansiyon, mide-bağırsak rahatsızlığı olan bireyler ve yaşlılar beslenmelerine dikkat etmek zorundadırlar” dedi.

Kronik hastalığı ve beslenme tedavisi alan bireylerin Kurban Bayramı'nda öğünlerde tüketmeleri gereken miktarları aşmamaları gerektiğine de dikkat çeken Dr. Şahinöz, konuşmasına şöyle devam etti:

“Kırmızı et, doymuş yağ, kolesterol içeriği oldukça yüksek besindir. Etin görünür yağları mutlaka temizlenmeli. Son yapılan bilimsel araştırmalar yağlı kırmızı et tüketiminin kan yağlarında ve ürik asit düzeylerinde artışa neden olduğunu göstermektedir. Ayrıca fazla tüketimin kolon, mide, prostat kanseri riskini arttırdığı da bilinmektedir. Bu nedenle haftada 2 kez doğru pişirme yöntemleri ile hazırlanmış kırmızı et tüketimi sağlıklı birey olmada önemli bir adımdır.”

BAYRAMDA BESLENMEYE DİKKAT

 

Sağlıklı Kurban Bayramı için pratik önerilerde de bulunan Yrd. Doç. Dr. Turgut Şahinöz, “İlk öğününüz iki bardak su, ardından hafif bir kahvaltı olsun. Az ve sık aralıklarla doğru besinleri seçerek beslenmeye özen gösterin. Drajeler, çikolatalar, şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlıları veya meyve tatlılarını (elma, armut, ayva tatlısı) tercih edin. Tabağınızın 4'te 1'ini kırmızı et kalan kısmını ise sebze yemekleri ve salatadan oluşturun. Bunun yanında tam buğday ekmeğinizi tüketmeyi unutmayın. Yanlış seçilen ve fazla tüketilen her lokmanın sağlığınızı olumsuz etkileyeceğini unutmayın. İkramlarla ve fazla yemeyle bozulan barsak hareketlerinizi düzene koymak adına ara öğünlerde meyve tüketimine önem verin. Elma, armut, ayva gibi meyvelerinizi iyi yıkadıktan sonra kabuklu tüketmeye özen gösterin. Bağırsaklarda su tutulumuna neden olan fazla çay ve kahve tüketiminin yerini bitki çaylarına bırakın. Bozulmuş bağırsak hareketlerinizi düzenlemek için vücudunuza yardımcı olun. Öğün aralarında su tüketmeyi unutmayın. Bayram ziyaretine gitmeden önce evinizde yemeğinizi veya ara öğününüzü mutlaka tüketin. Fiziksel aktivitenizi mutlaka arttırın” diye konuştu.


Gözlerin İle Buluşmak


Sevgilim her gün hayeline dalıp
El ele verip dolaşmak ne güzel
Ardın sıra hep gülücükler saçıp
Gözlerin ile buluşmak ne güzel

Sevginle yanıp tükenircesine
Aşk ateşine verilmek ne güzel
Tutuşan gönlüm küllenircesine
Aşk ateşinde kül olmak ne güzel

Gönül ufkumdan ümitle bakarken
Aşkın seyrine yol almak ne güz...el
Yokluğuna tüm zamanlar akarken
Seni sabırla beklemek ne güzel

Derdi tasayı yüreğimden atıp
Yerine aşkı işlemek ne güzel
Üstünde gönül uykusuna yatıp
Seni her gece düşlemek ne güzel

Engin NAMLI


KAFANIZ BASMIYOR
 
     - İçinde bulunduğumuz çağa genel olarak ne ad verilmektedir ?
     - İletişim çağı.
     - Bu ismin verilmesinin nedeni nedir ?
     - Haber iletme ve haber alma özgürlüğünün tanınmış olması.

     - Peki, ülkemizde bu genel kural geçerli midir.
     - Haber alma’dan kasıt eğer “telekulak” ise “Evet”. Yani haber alma özgürlüğü, telekulak yolu ile bol bol kullanılmaktadır. Madem ki “haber alma özgürlüğü” vardır. O halde bu özgürlük rahat rahat kullanılarak vatandaşın telefonları, mektupları, email’leri dinlenebilmelidir ve dinlenmektedir.
     - Nasıl yani, pek anlamadım ?
     - Yani haber alma özgürlüğünün doğal sonucu “telekulak” tır.
     - Vatandaşın dinlenmesi bir özgürlük müdür ?
     - Hem bir özgürlüktür, hem de bir görevdir.
     - Nasıl bir görevdir ?
     - Hem vatandaş “dinlenmiyor” diye şikayet edeceksiniz, hem de vatandaş “dinlendiği” zaman şikayet edeceksiniz. Siz özgürlükçüler de ne yaptığınızın, ne istediğinizin farkında değilsiniz. “Vatandaşın sesine kulak verilmiyor, vatandaş dinlenmiyor” diye şikayet ediyorsunuz, vatandaş dinlendiği zaman da şikayet ediyorsunuz. Vatandaşın dinlenmesi bir görevdir.
     - Pek anlamadım. Kafam karıştı. Telekulak vatandaşın dinlenmesi midir ?
     - Tabii, başka nasıl dinlenecek. Sesinin, nefesinin her şeyinin dinlenmesidir. Gidip kapısına kulağımızı dayayacak halimiz yok ya elbetteki çağa uygun davranılacak. Çağın olanaklarından yararlanılacak. Çağdaş olunacak.
     - Bu suretle çağdaş mı oluyorsunuz ?
     - Başka nasıl çağdaş olunur. Papatya falı mı açalım, yoksa kahve falına mı bakalım. Çağın teknik olanakları kullanılarak çağdaş olunur.
     - Peki “haber verme özgürlüğü” nedir ?
     - Haber verme özgürlüğü “ihbar mektupları” dır.
     - Sakın buna da hem bir hak hem de bir görevdir demeyin ?
     - Elbette, ihbar mektupları ile hem haberleşme özgürlüğü kullanılmaktadır, hem de vatandaşlık hak ve görevleri yerine getirilmektedir. Madem ki haberleşme bir hak ve özgürlüktür, vatandaş ihbar mektupları ile haber ileterek “hak ve özgürlüklerini” kullanmış olmaktadır. Aynı zamanda; işlenen veya işlenmesi ihtimali olan veya işlenmesini istediği suçları ihbar ederek, vatandaşlık “görevini” yerine getirmektedir.
     - Peki, bu hak ve görevlerini nasıl kullanmaktadır ?aber verme özgürlüğü “ihbaRHhh
     - “Islak imza” yöntemi ile kullanmaktadır. Bunlar “kuru kuruya” yenilecek şeyler değildir. Elbetteki ıslatarak yenilip yutulacaktır.
     - Yani ıslak imza da bunların bir aracı mıdır ?
     - İnsaf yani, başka ne yapsın ? İmza atmayıp da parmak mı bassın ? İmza attığı zaman “ıslak” diyorsunuz, parmak bassa “cahil” diyeceksiniz. Anlaşılan bu işlere sizin “kafanız basmıyor


Meksika'da Türk-Osmanlı saat kulesi

Başbakanın ziyaret ettiği Meksika ile ilgi pek bilinmeyen iki konuyu
sizlerle paylaşmak istiyorum.

Yıl 1909. İstanbul'dan binlerce kilometre uzaktaki Aztekler'in yurdu,
yakın zamanda çalkantılı bir devrime sahne olmuş ve ülke dökülen onca
kanın ardından kısmen de olsa istikrarlı bir siyasal düzene geçmiştir.

Emiliano Zapata ve Pancho Villa adlı iki halk kahramanının ünlerinin yavaş
yavaş yayıldığı bu dönemde, Sultan Reşad Meksika'ya bir selam göndermek
gerektiğini düşünür. Ardından da saraya bağlı mühendis grubuna "Meksika
halkı ile Osmanlı halkının dostluğunu simgeleyecek kalıcı bir armağan
hazırlamaları" yönünde talimat verir.

Mühendisler de bu emir üzerine, birkaç aylık bir çalışmanın ardından,
çağdaş Osmanlı mimarisinin esintilerini taşıyan, eski Türkçe kadranlı ve
dış yüzeyi İznik çinileriyle kaplı bir kent saati imal ederler.

Mexico City kentinin en işlek caddelerinden birinde gövdesi İznik
çinileriyle kaplı zarif bir saat kulesi yükseliyor.

Bu anıtın üzerinde yer alan plaket ise Türk toplumu olarak "özgüven
duygusu" açısından nereden nereye geldiğimizin acıklı bir kanıtını
oluşturuyor.

"La Colona Otomana a Mexico. Septembre de 1910."  (Osmanlı Devleti'nden
Meksika'ya. Eylül 1910)

Bolivar Caddesi'nin tam kavşak noktasında Meksikalılara 92 yıldır zamanı
gösteren Osmanlı saatinin mekanizması tıkır tıkır işliyor.              
                                               
Ancak, aynı şeyi anıtı kaplayan İznik çinileri için söyleyebilmek mümkün
değil.  Çiniler, bir asra yakın sürede oldukça zarar görmüş.

Çini tamirinden anlamayan Meksikalılar Türklerin bu çinileri onarmasını
bekliyor.

Bir başka savaş  
Yine Meksika korkunç bir savaş bir savaşla iç içe. Ama bu savaştan dünya
pek haberdar değil. Diğer dünya olarak anılan yeraltı dünyasının
savaşlarına sahne olan Meksika'nın Ciudad Juarez kenti dünyanın en
tehlikeli kenti sayılıyor. Hükümet ve federal güçler bölgede...

Meksika'nın ABD sınırı yakınlarında bulunan ve uyuşturucu kartellerinin
savaşına sahne olduğu için Ciudad Juarez'de sürekli çatışmalar yaşanıyor.

Uyuşturucu ticaretinin kontrolü için yapılan, kartel savaşlarında en kanlı
tablo değişmiyor. Hükümetin aldığı sert önlemlere karşın, kartel savaşları
özellikle son aylarda bütün hızıyla devam ediyor.

Bir başka savaş: Bir yılda 6290 ölü   .
Associated Press ajansına demeç veren Meksika Başsavcısı Eduardo Medina
Mora, geçen yılki şiddet olaylarının önceki yıla göre iki kat arttığını
belirtti. Geçen yıl 6 bin 290 kişinin öldüğünü kaydeden mora, bu yılın ilk
sekiz haftasında ölenlerin sayısının ise bini aştığını bildirdi.

Başsavcı Mora, ölenlerin yüzde 90'ının uyuşturucu kaçakçısı zanlılar, geri
kalanların önemli bir bölümünü asker ve polisin oluşturduğunu anlatıyor.
İki ateş arasında kalarak hayatını kaybeden masum vatandaşların oranının
ise toplam can kaybı arasında yüzde 4 civarında bulunduğu belirtiliyor.

Meksika uyuşturucuyla mücadele için son iki yılda 6,5 milyar dolar
harcamış. Ancak uyuşturucu çetelerinin elde ettiği yıllık 10 milyar
doların gerisinde oldukları da bir gerçek..

Meksika Devlet Başkanı Felipe Calderon, 2012'de görev süresi dolmadan önce
dünyanın bu en güçlü uyuşturucu çetelerine karşı verdikleri savaşı
kazanacağını savunarak, ABD'nin bu bölgedeki savaşın kaybedileceği
endişelerine karşı çıkıyor.

Görüldüğü gibi insanlık her yerde sorunlarla iç içe. Küresel barış ve
adalet ancak paylaşımla sağlanır..

GünüN SözÜ: Yaşamak için kendine ve insana zarar verme. Yaşamın anlamını
düşün.

HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...


AHMET ADA



Olgun Şimşek – Üflediler Söndüm

Üflediler söndüm
karanlikta gönlüm
hic bilmezdim ama
derindeymiş pek derdim

bak içime gör beni
tut elimden yak beni
istemezsen bu aşkı
otur baştan yaz beni

aklım nasıl şaşkın
sevdam deli taşkın
sen görmezsin amma
narındayim ben askin

bak icime gor beni
tut elimden yak beni
istemezsen bu aski
otur bastan yaz beni

Olgun Şimşek



ELLERE KANIPTA GEL

Ellere kanıpta gitme sevgilim
Hayat bu gün gelir harcarlar seni
Birde saçları karlar yagınca
Eskimiş şal gibi satarl seni

Eger gideceksen mani olamam
Düşersen sonunda yine bul beni
Vefasız kullardan vefa bekleme
Kıymetsiz bir pula satarlar seni

Bulamazsın bulamazsın benim gibi seveni
Bulumazsın bulamazsın seni mutlu edeni
Bulamazsın bulamazsın benim gibi seveni
Bulamazsın bulamazsın senin için öleni

Sevgilim dünyanın kanunu böyle
Sevip mutlu olan varmıdır söyle
Seni benim gibi kimse anlamaz
Mutlu olamazsın başka biriyle

Eger gideceksen mani olamam
Düşersen sonunda yine bul beni
Vefasız kullardan vefa bekleme
Kıymetsiz bir pula satarlar seni

Bulamazsın bulamazsın benim gibi seveni
Bulumazsın bulamazsın seni mutlu edeni
Bulamazsın bulamazsın benim gibi seveni
Bulamazsın bulamazsın senin için öleni


GÖKYÜZÜNÜ SEYRETTİM DÜN AKŞAM

GÖKYÜZÜNÜ SEYRETTİM DÜN AKŞAM
          Gökyüzünü seyrettim dün akşam
          Yıldızlar gördüm kayarken ama dilek tutmadım
          Tutmadım çünkü ben dileğimin gerçekleşmesi için sadece
          Allaha yalvardım.
          Gökyüzünü seyrettim dün akşam
          Alemi düşündüm,her yıldızın ayrı görevi olduğunu ve
          O boşlukta onları tutan birinin olduğunu biliyordum
          Biliyordum bu düzeni sağlayanın,
          Yaratan olduğunu.
          Gökyüzünü seyrettim dün akşam
          Yağmur çiseliyordu,yağmurun sesini dinledim ve karanlığın
          Sabah aydınlığa teslim olduğunu gördüm
          Kar yağıyordu o ne manzara o ne güzellik
          Her kar tanesinin ayrı bir güzelliği ayrı bir zarafeti vardı
          Ya rabbim bu ne  düzen bu ne ihtişam
          Hiçbir kar tanesi diğerine dokunmuyordu
          Dokunmuyordu çünkü Allahın her kar tanesi için
          Bir melek gönderdiğini biliyordum.
          Gökyüzünü seyrettim gün boyu
          Yaşamı ve ölümü düşündüm,
          Biliyordum bu dünyada misafir olduğumu ve
          Allahın bizi sınava tabi tuttuğunu
          Biliyordum ahirete amelden başka bir şey götürmeyeceğimi
          Biliyordum tekrar dirilteceğini.                

           Recep KIZIL 

GÜZEL IĞDIR

Iğdır’ım serhatım seni biraz öveyim
Yemyeşil bahçelerini, düz ovanı seveyim
Allahım Iğdırımı koru budur dileğim
Bir başka güzeldir benim Iğdırım


Girişinde iki leylek yumurtasına bakıyor
Şemseddin bulvarı ayrı güzellik katıyor
Kim Iğdır’a kötü derse palavra atıyor
Bir başka güzeldir benim Iğdırım


Ağrı Dağı var başı dumanla kaplı
Soykırım anıtımız dört kılıç katlı
Iğdır’ı alamadı Ermeni ardına baktı
Bir acı tarihi var güzel Iğdırın


Yolları geniştir, taşlarla döşeli
İnsanları ise güler yüzlü neşeli
Bahçeleri yemyeşil çimenler döşeli
4 mevsim güzeldir benim Iğdırım


Bir belediye parkı var altında çarşı
Vali konağımız belediyeye karşı
Azeri müzikleri inletir arşı
Gurur duyuyorum seninle güzel Iğdırım


Vali yolu eğlence yeridir herkes eğlenir
Müzikleri seslidir Iğdır inlenir
İnci düğün salonunda gençler evlenir
Görsen çok güzeldir benim Iğdırım


Camilerden yükselir ezan sesleri
O camiler Iğdırımın süsleri
Ezan sesi mutlu eder bizleri
Azeriler Ehl-i Beyt dostları


Ağrı Dağı Iğdır’ın sembolüdür
Iğdır ili tüm illerin gülüdür
Baharda oğul veren çiçek balıdır
4 mevsim güzeldir benim Iğdırım
Ağrı’da bulut beyaz bir inci
Ziya Gökalp Okulu bilimde öncü
Çiğdem öğretmen orda birinci
Aslını sorarsan köyüdür Yaycı

Iğdırım yeni il olmuştur
Çiçeği burnunda bir güldür
Elması tatlı, kayısısı boldur
Tabi ki överim seni canım Iğdırım

Korhan Yaylası’nda Iğdırlılar dinlenir
Piknik yapar, halay çeker eğlenir
Folklor halk oyunuyla yer gök inlenir
Gelin bakın çok güzeldir Iğdırım

Iğdır’a bakalım olmasın viran
Sağımız Azerbaycan solumuz İran
Rehberimiz olsun o Yüce Kuran
Bir başka güzeldir benim Iğdırım

Daha nasıl öveyim Iğdırımı
Güzel olur baharları yazları
Biraz esmerdir çekik gözlü kızları
Cilvelidir çekilmiyor nazları

Benim Iğdır’a büyük nazım var
Dinleyin Iğdırlılar size sözüm var
Allahım sana şükürler olsun
İki öğretmen bir de doktor kızım var
 
Iğdır’ım serhatım seni biraz öveyim
Yemyeşil bahçelerini, düz ovanı seveyim
Allahım Iğdırımı koru budur dileğim
Bir başka güzeldir benim Iğdırım


Girişinde iki leylek yumurtasına bakıyor
Şemseddin bulvarı ayrı güzellik katıyor
Kim Iğdır’a kötü derse palavra atıyor
Bir başka güzeldir benim Iğdırım


Ağrı Dağı var başı dumanla kaplı
Soykırım anıtımız dört kılıç katlı
Iğdır’ı alamadı Ermeni ardına baktı
Bir acı tarihi var güzel Iğdırın


Yolları geniştir, taşlarla döşeli
İnsanları ise güler yüzlü neşeli
Bahçeleri yemyeşil çimenler döşeli
4 mevsim güzeldir benim Iğdırım


Bir belediye parkı var altında çarşı
Vali konağımız belediyeye karşı
Azeri müzikleri inletir arşı
Gurur duyuyorum seninle güzel Iğdırım


Vali yolu eğlence yeridir herkes eğlenir
Müzikleri seslidir Iğdır inlenir
İnci düğün salonunda gençler evlenir
Görsen çok güzeldir benim Iğdırım


Camilerden yükselir ezan sesleri
O camiler Iğdırımın süsleri
Ezan sesi mutlu eder bizleri
Azeriler Ehl-i Beyt dostları


Ağrı Dağı Iğdır’ın sembolüdür
Iğdır ili tüm illerin gülüdür
Baharda oğul veren çiçek balıdır
4 mevsim güzeldir benim Iğdırım
Ağrı’da bulut beyaz bir inci
Ziya Gökalp Okulu bilimde öncü
Çiğdem öğretmen orda birinci
Aslını sorarsan köyüdür Yaycı

Iğdırım yeni il olmuştur
Çiçeği burnunda bir güldür
Elması tatlı, kayısısı boldur
Tabi ki överim seni canım Iğdırım

Korhan Yaylası’nda Iğdırlılar dinlenir
Piknik yapar, halay çeker eğlenir
Folklor halk oyunuyla yer gök inlenir
Gelin bakın çok güzeldir Iğdırım

Iğdır’a bakalım olmasın viran
Sağımız Azerbaycan solumuz İran
Rehberimiz olsun o Yüce Kuran
Bir başka güzeldir benim Iğdırım

Daha nasıl öveyim Iğdırımı
Güzel olur baharları yazları
Biraz esmerdir çekik gözlü kızları
Cilvelidir çekilmiyor nazları

Benim Iğdır’a büyük nazım var
Dinleyin Iğdırlılar size sözüm var
Allahım sana şükürler olsun
İki öğretmen bir de doktor kızım var
 
Iğdır’ım serhatım seni biraz öveyim
Yemyeşil bahçelerini, düz ovanı seveyim
Allahım Iğdırımı koru budur dileğim
Bir başka güzeldir benim Iğdırım


Girişinde iki leylek yumurtasına bakıyor
Şemseddin bulvarı ayrı güzellik katıyor
Kim Iğdır’a kötü derse palavra atıyor
Bir başka güzeldir benim Iğdırım


Ağrı Dağı var başı dumanla kaplı
Soykırım anıtımız dört kılıç katlı
Iğdır’ı alamadı Ermeni ardına baktı
Bir acı tarihi var güzel Iğdırın


Yolları geniştir, taşlarla döşeli
İnsanları ise güler yüzlü neşeli
Bahçeleri yemyeşil çimenler döşeli
4 mevsim güzeldir benim Iğdırım


Bir belediye parkı var altında çarşı
Vali konağımız belediyeye karşı
Azeri müzikleri inletir arşı
Gurur duyuyorum seninle güzel Iğdırım


Vali yolu eğlence yeridir herkes eğlenir
Müzikleri seslidir Iğdır inlenir
İnci düğün salonunda gençler evlenir
Görsen çok güzeldir benim Iğdırım


Camilerden yükselir ezan sesleri
O camiler Iğdırımın süsleri
Ezan sesi mutlu eder bizleri
Azeriler Ehl-i Beyt dostları


Ağrı Dağı Iğdır’ın sembolüdür
Iğdır ili tüm illerin gülüdür
Baharda oğul veren çiçek balıdır
4 mevsim güzeldir benim Iğdırım
Ağrı’da bulut beyaz bir inci
Ziya Gökalp Okulu bilimde öncü
Çiğdem öğretmen orda birinci
Aslını sorarsan köyüdür Yaycı

Iğdırım yeni il olmuştur
Çiçeği burnunda bir güldür
Elması tatlı, kayısısı boldur
Tabi ki överim seni canım Iğdırım

Korhan Yaylası’nda Iğdırlılar dinlenir
Piknik yapar, halay çeker eğlenir
Folklor halk oyunuyla yer gök inlenir
Gelin bakın çok güzeldir Iğdırım

Iğdır’a bakalım olmasın viran
Sağımız Azerbaycan solumuz İran
Rehberimiz olsun o Yüce Kuran
Bir başka güzeldir benim Iğdırım

Daha nasıl öveyim Iğdırımı
Güzel olur baharları yazları
Biraz esmerdir çekik gözlü kızları
Cilvelidir çekilmiyor nazları

Benim Iğdır’a büyük nazım var
Dinleyin Iğdırlılar size sözüm var
Allahım sana şükürler olsun
İki öğretmen bir de doktor kızım var

ŞİİRAysen Parlak 

Güzel Iğdır'ım

Yemyeşil ovan cennet bahçelerin
Her adımda selam hoş sohbetlerin
Hele akşamsefaların dondurma keyfin
Hasretimsin sen güzel Iğdır’ım

Yüzlerdeki tebessümü vücut diline
Sıcak güneşin narin tenine
Sana olan hasreti gönül telime
Yansıtan toprağım güzel Iğdır’ım

Tertemiz havan eşsiz güzelliğin
Konuştuğun lehçen örf ananen
Toy seslerin o güzel oyunların
Burnumda tütüyor güzel Iğdır’ım

Iğdır’dan bakınca Ağrı Dağı’na
Bir gelin edasıyla başında tacı
Yokluğun içimde tatlı bir sancı
Göz bebeklerimde kalıyorsun güzel Iğdır’ım

Döneri lavaşı hele boz başı
Aşuredir hiç değişmez tatlısı
Canımsın yüreğimsin her şeyimsin
Sana hasret kaldım güzel Iğdır’ım

Cafer Akyol
 

Kars Ardahan IgdirKars Ardahan Igdir


daglari dumanli tepesinde kar
temizdir havasi buz gibi sular
doga, tarih, kültür fazlasiyla var

kars ardahan igdir her yani dagdir
simdi oralara gidecek çagdir

kis uzundur kars'ta üç ay yazi var
ermeninin orda hala gözü var
yurt vermeyiz asiklarin sözü var

kars ardahan igdir her yani dagdir
simdi oralari sevecek çagdir

posof'ta patates, göle'de orman
arpaçay, susuz'da sürülür harman
kagizman'da meyve dertlere derman

kars ardahan igdir her yani dagdir
simdi oralarda gülecek çagdir

selim düz ova sarikamis çamdir
damal'in hanak'in topragi hamdir
digor'da ülkeye sadakat tamdir

kars ardahan igdir her yani dagdir
simdi oralari görecek çagdir

karakoyunlu sirtini dagda sakliyor
aralik akyaka sinir bekliyor
çildir'da asiklar düsman hakliyor

kars ardahan igdir her yani dagdir
simdi oralari bilecek çagdir

terekeme kürt yerli azeri
yoktur yurtta serhatlarin benzeri
olmasin karanlik asla üzeri

kars ardahan igdir her yani dagdir
simdi oralarda ölecek çagdir


Rahim TAS

Iğdıra gelirsen zülfikar köyüm.

Gelirsen ığdıra zülfikar köyüm
Arası çok değil git gör yeter ki
Musafir perverler güler yüz herkes
Ağ elmanın zülfikar dır mekanı

Musafir gelince köylü çok sever
Muhabet ediyor yabancı yoktur
Yazın bağ bahçede kışı evlerde
Köyde bahar başlıyor Navruz da

Iğdırı görmeden ahkam kesmeyin
Ağrı karşımdadır kar da başında
Görmeniz gerekir aras yanımda
Iğdırım çok güzel zülfikar köyüm

Sorarsan tanırlar köyüm zülfikar
Güler yüz çalışkan musafir perver
Her gün kalkar halk ığdıra gider
Sabah aşı bozbaş köye dönerler

Çoğu emeklidir bahçelerde çalışır
Gölge serin yatar yanında çayı var
Çocuklar okula yaşlılar bağda
Ağ elma olmadı kaysıdan sonura

Köyüm çamur aras bizi suluyor
Aras kaksa evler bütün su olur
Görenler anlatır bu nasıl nehir
Dostu yok arasın hudutu çizmiş

Cami çok eskidir minare çifte
Yaptırmış babası kara daştandır
Oğlu da yaptırdı bunuku ağdan
Birlik bereberlik çok var köyümde

İyde elma armut kaysı çok güzel
Gelin kızlar sırayınan toplaarlar
Kendimize has gereneğimiz vardır
Büyüklere saygı küçüleri severiz

Ben gözümü açtım anam dokuyor
Çuval cecim halı kilim çok vardır
Çamurdan tandır çok yaptı annam
Gül reçeli yapmış tandırda annam

Yaza hazırlıklar başlar gelmeden
Iğdıra uzaklık 10 kilometire
Balta beli lapatka tırpanlar bilenir
Bağlar çiçek açmış gelince Navruz

Navruz ne yazsın ki yazmış yeterli
Okusun köylüler bende burdayım
Gönüler bir olsun farketmez uzak
Zülfikar köyümdür ığdır da ilim

Navruz Kaplan


Türkiyelim Yetiş Gardaş(nahcivan-Ermeni savaşı) Iğdır

Mahzunum,Köleyem öz yurdumda
Hasret kokusu tüter bağrımda
Dalgalan yüce bayrak burcunda
Deyirem ağlayı ağlayı

Zincirlere bağlanmış kollarım
Bilesin perişandır hallarım
Kırıldı kolum,tutmuyor elim
Deyirem ağlayı ağlayı

Başımızda dönüyor topun mermisi
Vuruyor Rus u vuruyor Ermenisi
Bitmiyor gardaş vatan sevgisi
Deyirem ağlayı ağlayı

Güneşim doğmuyor gök kararmış
Aziz vatan kana bulanmış
Bizi kurtaracak kimimiz galmış
Deyirem ağlayı ağlayı

Sen yahşi,sen kuvvetli, sen hürsen
Menim halım nicedir bilirmisen
Gel ay yıldızlı bayragı sevirsen
Deyirem ağlayı ağlayı

Göçmenoğlu derdin ile dertlenir
Bir derdimize bin dert eklenir
Bir olursak bu millet yüreklenir
Deyirem aglayı aglayı

Hilmi Akta


HORYATLAR

Sürmelidir, sürmeli
Göz kudretten sürmeli
sürmeliyi üzeni
Buralardan Sürmeli

Gel Gülüver Gülüver,
Şu kırmızı gülü ver,
Düşmanlrdan sakın
Yüzlerine gülüver

Bin senedir bin sene
Arabama binsene!
Sensiz gecen günlerim
Bana gelir bin sene

Yarasızlar, yarasızlar,
Kan akıyor yara sızlar
Yaralının bu halini
Nereden bilsin yarasızlar

Git işine işine 
Herkes Baksın işine,
Salihlerin içinde
Hainlerin işi ne?


Ah yansın yansın 
Sen kimlerden yansın ?
Düşmanları seversin,
Onlar ile yansın 

ŞİİR: HOYRAT
 

AMERİKALI Olgun Şimşek – flediler Sn0064m flediler sn0064m karanlikta gn006cm hic bilmezdim ama derindeymiş pek derdim bak ii006de gr00200062eni tut elimden yak beni istemezsen bu aşkı otur baştan yaz beni aklım nasıl şaşkın sevdam deli taşkın sen gr006d0065zsin amma narındayim ben askin bak icime gor beni tut elimden yak beni istemezsen bu aski otur bastan yaz beni Sz003a0020Neşe Şen Beste: Cem Yıldız Yorum: Olgun Şimşek


Özel Harp’in işi

Seferberlik Bölge Başkan-lığı’ndaki kozmik oda aramasıyla başlayan tartışma üzerine TBMM Araştırma Merkezi de bir “kontrgerilla” raporu hazırladı. 
 

Meclis uzmanlarının araştırması,  “Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı” başlığıyla milletvekillerine kaynak olarak sunuldu. Raporun girişinde, “NATO’ya üyeliği kabul edilen Türkiye’de de 1952 yılında Seferberlik Tetkik Kurulu (STK) adıyla gizli bir teşkilat kurulmuştur. 1961 Anayasası ile beraber ülkede meydana gelen değişiklikler karşısında yeniden düzenlenerek Özel Harp Dairesi’ne (ÖHD) dönüştürülmüştür” denildi.

Rapordan bazı bölümler şöyle: 
 

* 1990’lara gelirken komünizm tehditleri yerini ABD için radikal İslam’a, Türkiye içinse radikal İslam’la beraber bölücü teröre bırakmıştır. Buna paralel olarak dairenin adı Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak değiştirilmiştir. STK dönemi (1952?1965). ÖHD dönemi (1965?1991). ÖKK (1991-..) 
 

* Kontrgerilla örgütleri ABD’nin desteğiyle sosyal, ekonomik, politik, kültürel yapıya ve halkın bilinç düzeyine göre asıl amacı dışında çeşitli işlevleri yürütmektedir. Sosyal uyanışı ve bilinçlenmeyi geciktirici önlemler almaktadır. Yerli işbirlikçi ağını yaygınlaştırmakta, gerektiğinde terör ve siyasi cinayetlerle askeri darbelere ortam hazırlamaktadır. 
 

* ÖHD’nin karıştığı  iddia edilen olaylar: 6-7 Eylül. 23 Eylül 1969’da Taylan Özgür’ün öldürülmesi. 13 Nisan 1970’de tabip yedek subay Necdet Güçlü’nün öldürülmesi. 27 Kasım 1970’de Kültür Sarayı’nın yakılması. Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü Kızıldere operasyonu. 1 Mayıs 1977 Taksim olayları. 29 Mayıs 1977 İzmir-Çiğli’de Bülent Ecevit’e suikast girişimi. 1977 yılında darbe girişimi. 24 Mart 1977’de Ssavcı Doğan Öz’ün öldürülmesi. 16 Mart 1978 katliamı. Mehmet Ali Ağca’nın askeri cezaevinden kaçırılması. 

........................................(?)..................................................


GENELKURMAY’IN DİKKATİNE

 1969’da ÜSTTEĞMEN, 1990’ da ÜST DÜZEY GENERAL rütbesinde olanlar…

CİNAYETLE SUÇLANIYORSUNUZ!

Taylan Özgür 23 Eylül 1969 da öldürüldü. Devrimci gençlik hareketinin  ilk “faili meçhul/faili bilinen” cinayeti olarak anılardadır… 
 

28 Kasım 1990 yılında İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Lokalinde, yapılan tüm kamuoyu araştırmalarına göre en güvenilir ve en saygın kurum olarak açıklanan Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensubu olan bir üst düzey general cinayetle suçlandı. O toplantıda, 05.12.1990 gününde Mülkiyeliler Birliğinde vermiş olduğu konferansta ve yayımladığı “Çeteleşme” isimli kitapta “üst düzey generali” cinayetle suçlayan, Em. Yrb. Talat Turhan’ın bu açıklamalarını 19 yıldır yok sayanların bir suç işleyip-işlemediğini öğrenmek sanırım bir vatandaş olarak hakkım.  
 

Gelelim “üst düzey general” olayına ya da iddiasına…

Bu basın toplantısını  Milliyet gazetesi yazarlarından Melih Âşık köşesinde yazmıştı. Musa Ağacık da basın toplantısına katkılananlardandı. Melih Âşık beyle beraber bu köşede çıkan haberlerin sorumlularındandı sanırım.

Ayrıca Talat Turhan’ın bu toplantı tutanağını Çeteleşme kitabında yayınlarken izleyen gazetecileri de teker teker yazmış ve tanık göstermiştir Bu listeye göre, Adnan Akfırat (Yüzyıl), Halil Nebiler (Güneş), Kenan Aksoy (Sabah),Mustafa Ünal (Zaman) ,Mustafa Aydın (Yeni Asya) , Nazım Alpman (Milliyet) ,Sinan Gökçen (Cumhuriyet) ,Tahir Aka (Yeni Asya), Yusuf Uşak (Güneş) ve televizyonlara “Oradaydım”, “Bir yudum insan” programlarını yapan Nebil Özgentürk’de Günaydın muhabiri olarak “Oradaydı”.  
 

29. Kasım. 1990 günü “Devletin cinayet işlediği” haberi Milliyet gazetesi Melih Âşık beyin köşesinde Gazeteci Musa Ağacık beyin sayesinde yer almıştır.

Açıklamasını  aynen aktarıyorum:

“Turhan anlatıyor!”

“Taylan Özgür’ü Polis değil, bir Üsteğmen öldürmüştür. 1969’da Üsteğmen olan bu kişi şu an Üst düzey bir generaldir. “

Bu açıklama orada bulunanları şok etmediyse de, biz ailesini derinden yaralamıştı. Dosya kapanmış, adliyenin tozlu arşivine atılalı, 14 yıl olmuştu. Ve bu bilgiye istihbarat konusunda uzman olduğu bilinen Em. Yrb. Talat Turhan her halde yeni ulaşmamıştı.

Bu açıklamayı  dava bitiminden 14 yıl sonra kamuoyuyla biraz da Çeteleşme kitabının tanıtımını yapmak için toplantı düzenleyen ve bu toplantıda kamuoyu ile paylaşan Em. Yrb. Talat Turhan’da en az cinayeti işleyen/örtbas edenler kadar suçlu değil miydi?

Bu açıklamayı  yaparken bir de tanık gösteriyordu.

“Hasan Fehmi Güneş’in İçişleri Bakanı olduğunun ertesi günü bu dosyayı verdim. Hatta odada Deniz Baykal, Ertuğrul Günay, ve Uğur Mumcu’da vardı.”

Bu şok açıklamaları  dinledikten sonra dönem arkadaşı olan eşimin hukuk bürosundan Ertuğrul Günay’ı aradık. Telefonla ulaşamayınca  durumu anlatan bir yazı yazarak fax ile kendisine ilettik. Bir kere bile bu konu ile ilgili bizi aramadı. Ancak  yıllar sonra Radikal gazetesine bir açıklama da bulundu...Bu iddialar nedeniyle, Hasan Fehmi Güneş beni tazminata mahkûm etmiş miş. Hani çocuklar der ya… Hayretlerim şaştı. Kocaman bir yalandı bu... Bu dava nasıl açılmış, nasıl bitmiş ki ben tazminata mahkûm olmuşum. Keşke böyle bir dava açsalardı ben de yargı önünde hesaplaşabilseydim. Gerçek ortaya çıkabilseydi.  Sanıyorlar ki bunlar demokrat, aydın, vs… CHP seçmeni ise Hasan Fehmi Güneş’i tanıdı. Tanıyarak büyüdü.

Sıra Uğur Mumcu’ya gelmişti. Bu açıklamaların doğruluğunu teyit ettirmek için kızım İnan’ı alarak Ankara’ya gittim. CHP İzmir Milletvekili, T.B.M.M Başkan Vekili Sayın Güldal Mumcu hanımefendi çok iyi hatırlarlar. Ankara soğuk bir kış gününü yaşıyordu. Uğur Mumcu’nun evini bilenler vardır. Çalışma odasın da ki köşede bulunan oturma grubunda oturup saatlerce sohbet etmiştik. Kızım İnan ise, oğlu Özgür’le odasında oturmuştu. Sayın Güldal ise bize çay servisi yapmıştı. Bu dosyanın verildiğini Uğur Mumcu’da kabul etmişti. Bu dosyanın bir fotokopisinin de kendisinde olduğunu söylemişti.

Ben de bu dosyanın fotokopisini talep ettiğimde;”..biraz sabır Hale’ciğim, her şey açıklanacak, bana ne olur güven” dediğinde bir anlık gafletle basiretim bağlanıp beklemeyi tercih etmiştim. Zaten bu görüşmeden bir müddet sonra da kendi öldürüldü. Yani faili bilinen bir dosya daha eklenmişti hukuk devleti olduğu iddia edilen adliyenin rafları toz bağlamış arşivlerine… 
 

Milliyet Gazetesinde yayımlanan Rafet Ballı’ nın yazı dizisinden bir bölümü de aktarmakta fayda görüyorum. Delil açısından.

Em. Yrb.Talat Turhan’ın açıklamasını aynen aktarıyorum:

Soru: Taylan Özgür’ün öldürülmesi,1977 Taksim’deki 1 Mayıs katliamı, MİT Müsteşarı Bahattin  Özülker’in bir otel odasında öldürülmesi konularında bilgi sahibi olduğunuz söylenir, açıklama yapmak istermisiniz? 
 

Em. Yrb. Talat Turhan: CHP Hükümeti zamanında Başbakan Bülent Ecevit’e iletilmek üzere 10 sayfalık bir rapor hazırladım. Ayrıca olaylar hakkında etraflı bir şekilde Deniz Baykal ve Hasan Fehmi Güneş’e bilgi verdim. 
 

Soru: Gereği yapıldı mı?

Em.Yrb. Talat Turhan: Bu soruyu bana değil kendilerine sorunuz. 
 

Rafet Ballı’nın bu söyleşisi Milliyet 16. Kasım. 1990 yılında “Türk Gladyo’ su, Özel Harp Dairesi” yazı dizisi içersinde yayınlanmıştır.  
 

Ayrıca, basım tarihi 1999 olan Em. Yrb. Talat Turhan’ın “Çeteleşme” isimli kitabında da yer aldı.(s.244) Bir istihbaratçı olarak komu oyunda bilinen bu kişinin iddiası kardeşimin katilinin o dönemde üsteğmen rütbesindeki bir kişi olduğu ve basın toplantısının yapıldığı dönemde de ”üst düzey general olduğu” şeklindedir. “Devlet cinayet işlemiştir” cümlesine kitabında yer veren bu Em.Yrb’ a şimdiye kadar Genelkurmay dahil hiçbir kurum ve zan altında olması gereken hiçbir “üst düzey general” hesap sormamıştır / soramamıştır. 
 

İddia sahibi ortadadır. Bu iddianın ciddiye alınması gerekirken, Altay paşaya olduğu gibi “bir onur davası”nın da bu iddia sahibine açması gereken Genelkurmay niye susar bilinmez. Askeri savcılığa gönderdiğim dilekçeyi bile görmezden gelenler niye bu kadar suskunlar bilinmez. İddianın sahibi; Kurmay bir yarbaydır. MSB (Milli Savunma Bakanlığı) özel kalem müdürlüğü yapmış, ABD’ de eğitim görmüş bir uzman istihbaratçı kişidir.

Gelelim hesaplamalara; Harp okulu 1964 mezunu verememiştir. Talat Aydemir olayları nedeni ile… Ancak 62–63 mezunlarını incelemek lazım. Karşımıza kimler çıkar hep beraber görürüz… 
 

Taylan’ın öldürülmesi üzerinden 40 yıl geçti. Eylül ayı geldiğinde anısına yazı yazanlar; artık bu iddianın üzerine giderek yazı yazmayı düşünün. Mezarlar başında anmalardan “anıları önderimiz olsun !” mezarlık tapıcılığından vazgeçin. El verin… El verirseniz eğer anılarının önder olması gerçek olabilir. Faili meçhuller dosyasının rafı Taylan Özgür cinayeti ile açılabilir. Bir ipucu var, çok şey aydınlanabileceğini fark edin.  
 

Umudum var. Zira çok yaklaştık. Bu düğüm;   çözülmek üzere. Çözülmeli. Biz pes etmedik, ama o çeteler pes etmek üzere ya da pes ettirilmeli. Umudum var dedim, Umudumu yitirmeyeceğim. Gerçeği bir gün kamuoyu öğrenecek. Belki çok şaşıracak! Belki kimlerin peşinden gitmişiz, diyecek! Ve oturup ancak 12 Mart 12 Eylül darbesinden sonra cezaevlerinden ve sonrasında devlet aygıtını tartışmaya başladıysak, şimdi de militarizm nedir, ne değildir araştırıp tartışacağız. Militarizmin; tartışılmasını gündemde tutmak da önemli. O baş parmağını sallayarak konuşan üst düzey generallere “işine bak general” deme cesaretini gösterebilirsek, işte o zaman o gencecik yaşında ölen/öldürülenlere borcumuzu ödeyebiliriz.Umudum var derken kastettiklerim bu..  
 

Eşleri öldürülmüş iki kadın (ki biri C.H.P T.B.M.M Başkanvekili) diğeri ise DTP Milletvekili. Umarım süslü saksı görünümünde olmazlar.. Ama maalesef, gidişatları bu yönde. Yanılmayı isterim. Bunun diyetini ödemek zorunda kalmadan gereğini yapmaları şarttır. Önümüzde ki günlerde hep beraber göreceğiz. Dilerim eşlerine yakışır bir mücadelenin içinde olsunlar. *Mehmet Ağar’ın çekmek istemediği tuğlayı çekip, duvarı yıksınlar. Bu tuğlayı çekebilecek cesareti bugüne kadar gösteremeyen bu hanımlardan bu yüreği beklemek çok mu hayalcilik olur… Şairin dediği gibi “.o duvar/ o duvarlar/ o duvarlarınız /vız gelir bize vız…” demeliler.

Evet, Genelkurmay; şimdi bana lütfedip bir dava açabilir misiniz?  Altay Tokat paşaya açtığınız dava gibi göstermelik olmasın.  Onur korumak, bunca açıklığa karşın basit bir soru sormak ve cevabını da kamuoyu ile paylaşmaktan geçmektedir. Bu katilin adı açıklanmalıdır... Şeffaflığın olmadığı yerde şaibe vardır. Şaibeden kurtulmanın yolu şeffaflıktır. Genelkurmay başkanı size sesleniyorum; gündüz vakti, sokak ortasında 21 yaşında katledilen Taylan Özgür’ün annesinin yüreği hep yandı, acıdı. Bu faili bilinen cinayetlerle yüzleşmenin zamanı ne zaman gelecek. Kim bu” üst düzey general” . 
 


*Uğur Mumcu’nun eşi; olayın üstüne gidilmesini ister, Mehmet Ağar ise derki;”..tuğlayı  çekersem, duvar yıkılır” 



 

 
  Bugün 13 ziyaretçi (68 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol